14.30

118 14 7
                                    

   Yalancı. Sen büyük bir yalancıydın Jungkook. O kafede benimle bir bardak kahve içip bir parça frambuazlı kek yerken kurduğun cümleler bir elin parmağını bile geçmemişti. Ama mutluydun, benimle vakit geçirmeyi sevmiştin biliyorum. Kütüphanedekinin aksine parıltılar vardı gözlerinde. İçindeki öfkeyi iki saatliğinede olsa yok etmiştim. Bunun için şu an bile gurur duyuyorum kendimle. Çünkü bilirsin, gözlerinde öfkeyi görmektense mutluluk parıltıları görmek öncelikli tercihti benim için. Yalancıydın çünkü dışarıya gösterdiğin gibi asosyal veya içine kapanık bir tip değildin. Sohbetin eğlenceliydi hatta kahkaha bile atmıştın. Umutsuz değildin. Anı yaşamayı biliyordun. Sanki o kafede oturduğumuz iki saat asıl seni göstermişti bana. Ama biliyorumki benliğimiz birçok parçaya bölünmüş durumda. Sen önce o kütüphanede bana öfkeni gösterdin sonra bu kafede mutluluğunu. Her zerreni merak ettiğim kısmını bir kenara bırakırsak sana neyin o kitaba öylece boş boş bakmana sebep olduğunu soracak cesaretim şimdilik yoktu ama asıl öğrenmek istediğimde buydu. Bu yüzden gelmiştim yanına.

   "İki saattir burada oturuyoruz. Gün uzun Jungkook, başka bir yere gidelim hadi."

  İtiraz etmene izin bile varmeden kasaya ilerleyip borcumuzu ödedim. Benimle vakit geçirmek istemeyebilirdin veya işin olabilirdi ama bunlar benim zerre umrumda değildi. Senden senin haberin olmadan yirmi dört saat almıştım ve bir dakikasını bile boş vermeye niyetim yoktu. Eşyalarını aldıktan sonra yanıma gelmiş mahcup bir ifadeyle teşekkür etmiştin. İki saat öncekinin aksine şu an biraz daha yumuşamıştı hareketlerin. Belki de bininci kez tekrar ediyorum, mutluydum.

   "Nereye gidiyoruz?"

   Düşünmek için bakışlarımı gökyüzüne kaldırıp dudaklarımı büzdüğümde bana baktığının gayetde farkındaydım. Hoşuma gitmişti bu yüzden düşünme süresini uzattığımı itiraf etmeliyim. Bakışların hep üstümde olsun istedim Jungkook. İki saat önce tanıdığım birinin bakışlarından çok hoşlandım.

   "Neden bir parka gitmiyoruz?"

   İkimizde çoktan öğleden sonraki derslerimizi boşvermiştik. Sen zeki bir çocuktun, bugünün sonunda bir şeylerin değişeceğini çoktan fark etmiştin. Park teklifim önce kaşlarını çatmana sebep oldu ama sonradan yüzüne çöken hüzünlü ifade ile başını sallayıp onaylamıştın beni. Fark etmediğimi düşünüyordun sanırım değişen ruh halini ama ben anlardım.

   "Bak şimdi. Biliyorum ikimizde üniversiteli yetişkin gençleriz ama hala çocuğuz. Kaç sene geçtiki reşit olalı? Eminim ruhumuzda kalmıştır birkaç ergenlik kırıntısı. Bu yüzden,"

  Son kelimemi uzatarak başımı sana çevirdiğimde merakla beni dinliyordun. Amacım seni o ruh halinden çıkarmaktı ve ben bunu başarmıştım. Bugün ikinci defa seni kendi dünyandan çekip almıştım.

  "Sakın utanma ve ne yapmak istiyorsan onu yap. İstersen seksek bile oynarız!"

  Son dediğimi komik bulmuş olmalısınki nadir duyduğum gülüşün tekrar yankılandı kulağımda. Güzeldi, gülüşün.

  "Tamamdır patron."

  Samimiyet kurma çaban her ne kadar ergence olsada dedim ya ikimizde içimizde taşıyorduk bu kırıntılardan hala. Tesadüfen karşımıza çıkan ilk parka girme konusunda anlaşıp öylece yürüdük. Şahsen ben yürüdüğümüz yolları bilmiyordum, seninde bildiğini düşünmüyordum ama o kadar rahattınki güvendiğin kişi kendin miydi, ben miydim yoksa bu senin boşvermiş halin miydi kafam karışmıştı. Birkaç saat içinde ikinci defa seni çözmenin zor olduğunu anlamıştım. Ama hala zamanım vardı Jungkook, başaracağımızı biliyordum.

  Karşımıza çıkan ilk park bizim için oldukça çocuksuydu. Kaydırak benim için bile fazlasıyla küçükken senin koca vücudunun oradan nasıl kayacağını hayal etmek büyük bir eğlenceydi. Ya da o küçücük salıncağa nasıl sığacağın beni meraklandırırken elini tutup seni ilk olarak ikimizinde rahatlıkla kullanabileceği tahteravalliye ilerlettim. Yüzünde yaşadığı ana anlam veremeyen bir ifade vardı ama dudaklarına yerleşen kaçamak gülümsemeyi yakalamıştım. Hoşuna gitmişti.

  "Ama sen çok ağırsın. Seni nasıl aşağı indirebilirimki? İstemiyorum ben buna binmeyi, indir beni Jungkook."

   Bana göre fazlasıyla şımarık olan mızmızlanmalarım hoşuna gitmiş olmalıki sıcacık bir kahkaha attın koca parkta yankılanan. Gülüşünün kalbime dokunduğunu belli etmemek için sanki bana gülmene kızmışım gibi kaşlarımı çatarak izledim gülümsemeni.

  "Pekala, küçük Jimin bu oyunu sevmedi. İnmene izin veriyorum."

   Ayaklarını hafifçe havaya kaldırıp olduğum yerde aşağıya inmemi sağladın. Senin aksine benim ayaklarım sonunda yere değdiğinde temkinli bir şekilde oyuncaktan inip parkta gözlerimi gezdirdim. Havanın serin olması parkın boş olmasına sebep olmuştu. Bu durumdan memnundum. Yaklaşık üç saattir tanıdığım sen ile vakit geçirmek hoşuma gitmişti. Kaydırağın merdivenlerine ilerleyip arkamdan geldiğinin bilinci ile yüzüne bakmadan konuştum.

   "Evet koca bebek. Şimdi yakalamaca oynayacağız. Uzun boyun yüzünden hızlı koştuğuna eminim bu yüzden seni yakalamam imkansız. Kısacası ebe sensin."

   Cümlem biter bitmez merdivenlerden yukarı tırmanmam seni afallattı ama çabuk toparladın. Değişken ruh halime ve ani hareketlerime alışmaya başlıyordun. Bize göre küçük kaydıraktan kayıp hızlıca koştum. Bir ağacın arkasına geçip seninde kaydıraktan kaymaya çalışmanı izlerken gülmeme engel olamadım. Sesimi duymanla bana doğru koşman bir oldu. İstemsiz bir çığlık dudaklarımdan kaçarken koşmaya başladım. Sadece birkaç saniye içinde belimden kavrayıp beni bedenine yaslamıştın. Yemin ederim o an hızlıca atan kalbime koşmaktan yorgun düşmüş bedenimin sebep olmadığını biliyordum. Sana bu kadar yakın olmak, derin nefeslerini saçlarımın arasında hissetmek, bedenini her bir detayıyla anımsamak beni çılgına çevirmişti. Bozuntuya vermeden seslice gülmeye devam edip yenilgimi inkar etmeye başladım.

  "Olmazki. Senin bacakların uzun ve çok hızlı koşuyorsun. Hem gülmeseydim nerede olduğumu bile bulamayacaktın."

   Bedenimi kendine çevirip yüz yüze gelmemizi sağladın. Neden belime sardığın kolunu çekmemiştin bilmiyordum, şikayetçide değildim.

   "Madem öyle gülmeseydin o zaman. Ben kazandım ve oyun bitti."

   Kaşlarımı çatıp gözlerimi kısarak yüzüne baktım.

  "Gıcık."

   Koca bir aptallık edip kollarından ayrıldım. Zafer sırıtman ile beni takip edip parkın banklarından birine oturdun. Güzeldi, gülümsemen.

   "Eğlendim. Teşekkür ederim, Jimin."

   İtirafın beni gururlandırdı. Amacım az da olsa seni kendine getirmekti zaten.

   "Neden vedalaşacakmışız gibi konuşuyorsun. Gün daha bitmedi koca bebek. Kalk hadi, gidiyoruz."

   Belkide benim karşımda en çok yaptığın şeyi tekrar yapıp şaşırdın. Ama bu beni takip etmene engel değildi. Mutlu oldum, birkaç saat içinde beni birçok kez mutlu ettin. Teşekkür ederim koca bebeğim.

*****
2. Bölüm Sonu

  

Nasılsınız? Vakit gece yarısını geçmeden bölümü yayınlamayı unutan yazarınız aptallığı ile gurur duyuyor💋✌🏻 
Kısa bir bölümdü ama  umarım eğlenmişsinizdir yine de.

Lunastelll🎑⭐

09.11.2021

Yayınlama Tarihi: 15.06.2022

24 Hour -{Jikook}-Where stories live. Discover now