8B: Bizim ve Anılarımızın Dansı

27 12 23
                                    

✨Yıldızı parlatmayı unutmayalım✨

Bölüm şarkısı: Mavi Gri, Sen-Ben=Anılarım

🧸

Önümde boş bir sayfa, yeniden başlayayım diye elimde bir kalem. Mürekkebi akıyor kağıda, bembeyaz kağıt boyanıyor yazdıklarıma, bilmem kaçıncı defa yazıyorum.

Kalemi kaldırıyorum sayfaya yazacaklarım sığmamış, diğer sayfayı alıyorum önüme. Bakıyorum, okuyorum zihnim durmadan geçmişimin tozlu raflarını temizliyor.

Hiç durmadan elinde bir aynayla duruyor geçmişim. Bak bana, sil hadi beni; diyor.

"Pençe yayınlarından çıkarıyorsun kitaplarını ha," Kerem elinde kitabımla ayakta duruyordu. Kitabımın içini karıştırıyor, sayfalarını okuyor. Çoğu cümleyi hoşuna gittiği müddetçe defalarca kez okuduğunu bile hissediyordum. Kitabımın kapağını ilk incelediğinde bu soruyu sormamıştı ama şimdi merakı ağır basmış gibiydi.

"Pençe yayınlarıyla geniş bir anlaşma yaptım."

"Pençe yayınları böyle hayat hikayelerini basıyor muymuş ya." Kaşlarını kaldırıp, kitaptan bir cümle okudu.

"Hayat bize öğretildiği gibi; doğuyorsun, gözlerini açıyorsun ilk önce, yürüyorsun sonra, büyüyorsun yavaş yavaş... İnsanlar değişiyor, yüzler farklı ama aynı hayatı yaşıyorsun. Hep aynı ve değişmeyecek bir geçmişin var. Mutlu değilsin, mutsuzluğun geçmişine dayanıyor." Kitabın kapağını kapattı. Gözleri gözlerimi buldu ve gülümsedi.

"Seninde hayatını yazayım mı?" Ağzımdan çıkanları engelleyemediğimde bana bakışı değişti. Düşmanıymışım gibi bakmaya başladı.

"Benim hayatımı yazmaya kalksan mürekkepler tükenir. Ne hayatından bahsediyorsun ki başka söylesene?" Gözlerimi gözlerinden ayırıp önümde açık olan bilgisayara çevirdim. Belki yaşanmamış bir hayat başka hayatların yaşanabildiğini gösterirdi..?

"Sakın hayatımı yazmaya kalkma! Madem doğru düzgün kendi hayatını sayfalara döküyorsun, dökmeye devam et. İstesen de istemesen de benim hayatımı yazacak biri değilsin." Elindeki kitabı masaya fırlatırcasına attı. İstemsizce yerimde sıçramış bulundum.

Sessizdi. Sessizliği bazen delirtici olabiliyordu. Alparslan'ın sessizliği ise huzur vericiydi. Adım sesleri duydum. Salonun kapısını itekledi ve içeriye girdi. Yavaşça başımı çevirip ayakkabılarına baktım. Erkek ayakkabısı görmeyi planlarken kadın ayakkabısı görmem başımı hızla kaldırmama neden oldu.

"Azize anne." Ayağa kalktım.

"Oğlumu kendine hizmetçi diye mi diktin?" Ellerimi önümde birleştirip göz ucuyla Kerem'e baktım. Gerilmiş bir şekilde bana bakıyordu sadece.

"Anne." İçeriye giren Alparslan benim bir cevap vermemi istemediğini belli eden sesiyle ona bakmamı sağladı. "Elbette karımın hizmetçisi olurum. Hem de seve seve." Azize anne hızla Alparslan'a döndü.

Kerem ev de hiç yokmuşçasına davranıyorlardı. Yavaşça başım Kerem'e döndüğünde bana gülümsedi ve ardından göz kırptı. Gözlerini yavaşça benden ayırıp, kollarını açarak ortaya bomba gibi bir ses tonuyla konuştu.

"Üvey oğluna selam vermek yok mu anneciğim." Azize annenin başı hemen arkasında öylece ona kollarını açmış bir şekilde bakan Kerem'e döndüğünde, gözlerimi kapattım.

İçlerinde sönmeyen bir savaş, bir kaos vardı. İçlerinden taşmıyordu ama içlerinde sakladıkça onları çürütüyordu. Ama onlar için de bu savaşı başlatmak ölümlere ev sahipliği yapıyordu. Ama bu bedensel bir ölüm değil ruhsal bir ölümdü.

LelahHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin