2.Bölüm

4.9K 180 69
                                    


"Baba, nolur bırak özür dilerim baba lütfen başka bişi yap ama karanlık..." lafımı biteremeden yüzüme gelen ikinci tokatla yere yığıldım...

~

Sokaktan gelen araba sesiyle gözlerimi açtım. Yüzüm, dudağım sırtım vücudumun her bir yeri sızlıyordu. Kömürlükdeydim. Her yerim İS içindeydi. Küçük pencereden sızan ışığın oraya geçtim hemen. Daha fazla karanlıkda duramazdım bu bile beni korkutuyor.

Ayak uçlarıma çıkarak yukardaki cama baktım. Sabah olmuş, babamın arabası kapının önünden gitmişti. Olduğum yere çömelerek ayaklarımı kendimi çektim ve sırtımı duvara verdim. Dünkü olanların aklıma gelmesiyle gözümdeki yaşlar sel olup aktı.

Hiçbir zaman bunu, bunları hak etmedim. Şu zamana kadar babamın büyüklerimin sözünden çıkmadım. Aman babam kızmasın , halam üzülmesin diye çabaladım. Ama boşunaymış. Yine kömürlükdeyim bir başıma. Üstüm başım İs içinde, temiz olan tek bir yerim yok. Kendime daha çok sığınıp çaresizlik ve sinir ile ağlamaya devam ettim.

Şilan'ın Ağzından

Aynanın karşısından kendi yansımama baktım. Göz altlarım balon gibi şişmişti. Çekmecedeki pudrayı alıp birazda olsa kapatmaya çalıştım. Okul çantamı ve telefonumu alıp hayata indim.

Sessizce annemin yanına giderek "Annem, Dilan'ı ne zaman çıkarıcağız? Onun hiçbir suçu yok. Habamla konuşabildin mi?" dedim üzüntüyle.

"Konuştu kızım konuştu, babanı biliyn öfkesi akşama geçer, halanıda sabah terslemiş zaten" dedi umutsuzlukla ve devam etti "Sen daha gitmedin mi bakiym yürü Ökkeş abin bekliy kapıda, hem halanla biz Dilan'ın yanına varırız birazdan yemek falan götürürüz sen merak etme bakiym" dedi beni rahatlatmak istercesine.

İçim birazda olsa rahatlamıştı. Annemi onaylayarak, hayattan çıktım ve arabada beni bekleyen Ökkeş abinin yanına gittim.

Antep bugün aydınlıktı. Güneş adeta parlıyordu. Havalar ısınmaya başlamış otlar çiçekler yeşermişti. Kısa bir süre sonra okula vardık.

Son merdivenide çıkıp sınıfıma doğru ilerlerken. Çapraz sınıfımdan bağırış sesleri geldi. Oraya doğru ilerleyen öğretmen ve öğrencilere katıldım. Birden silah sesi patlayınca hepimiz neye uğradığımızı şaşırdık.

"Çocuklar! Herkes kendi katına, çabuk herkes kendi katına, birdaha uyarmayacağım, burdakilerde sınıfına çabuk" diyerek müdüre hanım sesli bir şekilde uyardı.

Diğer öğretmenlerde çocukları ikaz ederek kalabalık bir anda dağıldı. İçeride ne olduğunu çok merak ediyordum. Bağırışlar, kavga sesleri devam ediyordu. O silah sesi neydi?

Dayanamayıp dersteki hocamın yanına gittim. Karnımı tutup tuvalet için izin aldım. Hızlıca sınıftan çıktığımda koridorda, silahı belinde sakinleştirilmeye çalışılan bir Yağız Şiroz vardı. Ne işi vardı bu adamın burda!?

"Kimse! Benim! Yiğenime! Dil! Uzatamaz! Anladın mı hoca!?" diyerek müdür yardımcısına kükredi.

Öküzün trene baktığı gibi, sanki film dönüyormuş gibi izliyordum önümdeki şeyi. Öğretmen beni fark edip.

"Kızım koş kantinden buz ve su al. Arif hoca istedi de." dedi bana bakarak.

Bende onaylayarak mutlu mutlu su ve buz almaya gittim. Yağız Şiron'un yiğeniyle aynı okuldaydım ve aynı kattaydım demek. Salak kafam daha önce niye fark edemediysem. Bu arada yiğeni var dediğime bakmayın kendisi yaşlı değil ailesi çok kalabalık.21- 22 yaşında falandır.

İSWhere stories live. Discover now