12.BÖLÜM: Düşler Ağıdı (part 4)

50 31 24
                                    

Elinde anahtarı sallayarak gelen Liva "Buraya geleceğini biliyordum. Al aç bakalım sen öfkenden kurtul ben de biraz çalışayım." Dedi. Sözlerinin ardından üzerime fırlattığı anahtarı tutarak dolabı açtım ve anahtarı da kilidin üzerinde bıraktım. Bandajı içinden alarak boks torbalarına ilerledim, bir yandan da bandajı sarıyordum. Bu sırada Liva atış bıçaklarını alarak hedeflerin karşısında belirli bir mesafeye geçti. Bıçak atmak favorilerim arasındaydı ama şu an içimden taşmak üzere olan öfkeyi sadece torbaya atacağım yumruk ve tekmeler geçirebilirdi.

Zihnime dolan düşüncelerle torbaya sert bir tekme savurdum. Cyrus'un kurduğu o iğrenç cümleler zihnime dolarken öfkem iyice arttı. Torbaya art arda tekmeler, yumruklar savuruyordum. Zihnimdeki düşünceler susana kadar buna devam ettim. Bedenim yorgunluktan isyan edene kadar ve zihnim bedenimin acısına dayanamayıp susma kararı alana kadar buna devam ettim.

İki gündür sürekli aklıma gelen bu şeyler göz yaşlarımın akmasına sebep oluyordu, ben onlardan kurtulmak isterken onlar hep benimleydiler. Benimleydiler ve sonra beni terk ederek gözlerimde akıp gidiyorlardı. Gözyaşlarımın sürekli akmasından kurtulmak istiyordum, oldukları yerde kalsınlar ve akmasınlar istiyordum. Gözlerimden sürekli akan bu yaşlar yüzünden gözlerim kıpkırmızı olmuştu. İçleri kanlanmıştı ama bir önemi yoktu, buna sebep olanın da kanını almıştım sonuçta.

Öfkem azalmaya başladığında, zihnim sustuğunda ve bedenimdeki acıları hissettiğimde boks torbasını bıraktım. Liva bir ara çekip gitmiş olmalıydı çünkü şu anda benden başka kimse yoktu. Öfkem gözümü o kadar bürümüş olmalıydı ki gittiğini bile fark etmemiştim. Bıçaklar aldığı yerde duruyordu ve anahtar da hâlâ kilidin üzerindeydi. Bandajlarımı çıkartarak dolaba koydum ve dolabı kilitleyip anahtarı cebime koydum. Feneri tekrar elime alarak antrenman odasından çıkmaya başladım. Geçtiğim yerlerdeki gaz lambalarını söndürerek ilerledim.

Koridor boyu fenerin önümü aydınlattığı kadar etrafımı görerek yemekhane tarafına geldim. Buradaki gaz lambaları da sönüktü, büyük ihtimalle Liva söndürmüştü. Odama yakın bir gaz lambasını yakıp feneri artık sahibine götürmek adına iki oda yanımda bulunan Aren'ın yanına gittim. Kapıyı ses çıkarmadan açarak içeriye girdim. Soldaki ranzanın alt kısmında uyuyordu, her ranzanın başında bulunan komidinler Aren'in de baş ucunda vardı. İlerleyerek yanına gittim, Yeşil gözleri görünmüyorken büyüsünün de yok olduğuna şahitlik ettim. O büyülü gözleri göremiyordum ama beni ona çeken bir şeyler vardı, onun yeşil gözlerini ilk gördüğüm günden beri bildiğim bir şeydi bu. Yeşil gözleri beni büyülemiş olmalıydı.

Feneri Aren'in yüzüne tutarak aptal aptal onu izlediğimi fark etmemle feneri hemen yüzünden çektim. Bunu fark etmeme sebep olan da Aren'in yan tarafına doğru dönmesi olmuştu. Feneri kapatarak baş ucuna koydum ve sessizce odasından çıkıp kendi odama gittim. Yorgun bedenim üzerimi değiştirmeme dahi fırsat vermeyerek beni uykunun kollarına bıraktı.

***

Kapımın tıklatılmasıyla gözlerimi açtığımda karanlıkta kim olduğunu asla anlayamayarak kapıyı izledim. İçeriye hoplayıp zıplayarak Şimay girdi ve sabahın kör vaktinde bu kadar neşeli olmasının beni sinirlendirmesine sebep oldu. Neden bu kadar neşeli olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Acılarını saklamak için başvurduğu bu yol onu yormuyor muydu?

Yoruyor Pera, ama yapabileceği başka bir şey yok. Bazen de günlerini sürekli ağlayarak geçirecek çünkü ruhu bu kadar gerçekçi yalandan gülümsemeleri kaldıramayacak. Canı acıyor Pera, hem de çok.

İç sesimin sözleri midemde bir düğüme sebep oldu. Bu gülücüklerle dolu kız içimi acıtırken yaklaşıp "Günaydınlar Pera! Liva biraz sinirli hemen kalkman lazım gibi." Dedi ve tekrar hoplayarak geldiği yolu dönerek kapıyı kapattı.

Saate baktığımda saatin altıyı yarım saat kadar geçmiş olduğunu gördüm. Üzerimdeki kazağı çıkartıp normal bir tişört giyerek saçlarımı açtım ve kapıdan çıkarken onları at kuyruğu yapmaya çalışıyordum. Bu sırada Liva da geciktirmeden azarlarına başladı. "Herkese erken kalkmaları hakkında nutuk attıktan sonra sen yeni mi uyanıyorsun Pera!" derken ben umursamadan yüzümü yıkamaya gidiyordum.

Şömineye benzeyen şeyin sağ ve sağ tarafında lavabolarla duşlar bulunuyordu. Birisine girerek yüzümü yıkadım ve çıkarken de yüzümü tişörtüme kuruladım. Buraya havlu koymazdık ve tekrar dönüp havlu almaya da üşenmiştim, antrenman sonrası zaten tişörtümü yıkayacaktım.

Ekibin bulunduğu masaya giderek hızlıca kahvaltı etmeye başladım ve Ilgı'nın sesini duydum. "Normalde böyle yemem demi Liva?" diyerek gemi yolculuğumuzun başlarında kurmuş olduğum bir cümleyi tekrarlayarak benim ve ekibin kahkahalar atmasına sebep oldu ama kendisinde en ufak bir mimik dahi oynamıyordu. Burada anlayabildiğim birkaç insan vardı, onların haricindekileri bir türlü çözemiyordum. Özellikle de Ilgı'yı, kendisi mi böyle olmuştu yoksa bir şeyler mi onu böyle olmaya zorlamıştı?

Sürekli ekiptekileri anlamaya çalışıyordum ve bu konuda pek de başarılı değildim sanırım. Ama yine de burada eğlendiklerini görebiliyordum. Bazılarının derin yaraları vardı, bazılarının yoktu belki de ve ben boşuna onlarda yara arıyordum. Herkesin bir yarası varmış gibi düşünmeyi bırakmalıydım belki de. Bazıları yarasız da olabilirdi değil mi?

Kahvaltı yapmaya devam ederken birkaç masa arkamda kopan bir gümbürtüyle kafamı o tarafa çevirdim. On altı yaşlarında bir kız çocuğu kendi yaşıtı olduğunu tahmin ettiğim bir oğlan çocuğunun üzerine doğru masayı devirmişti ve şu anda da üzerine doğru ilerliyordu. Bu sırada çocuğun tek yaptığı gülümsemekti.

Tanrım, daha ilk gün!

Sürekli yanınızda bir silahınız olmalıydı demiştim, defalarca. Dün ayak bileğide unuttuğum bıçağı bacak bacak üzerine atarak elime aldım ve kızın devirdiği masanın köşesine attım. Kız bunu umursamayarak çocuğun karnına dizini geçirdiğinde bir kavga başlamış oldum. Kötüler asla bir şeyleri umursamayan cesur yaratıklar, beni delirtiyorlardı. Sol yanımda oturan Ilgı'nın silahını alarak kızın kafasına nişan almıştım ki Şimay tarafından silahım aşağı indirildi ve kızın bacağına ateş etmiş oldum.

Sinirle masaya silahımı koyduğumda Şimay'a "Ne yaptığını sanıyorsun?" dediğimde aldığım cevap bir kötüye ait olamayacak derecedeydi. "Bir çocuğu öldürmeni engelliyorum! Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun?" Dedi ve sesi oldukça yüksek çıkıyordu. Şimay'ı ilk defa sinirli görüyordum. Gözlerinin içindeki öfkeyi görebiliyor ve hissedebiliyordum. Ortalarda mutlu mutlu gezinen o kızdan çok farklı biri vardı karşımda.

Şimay'ın şahsi bir meselesi olduğunu anlayarak uzatmadım. O bir kötüydü ve birilerine acıyamazdı ve Şimay işime karışmazdı. Bu doğrultuda tek mantıklı şey onun şahsi bir meselesinin olmasıydı. Kavganın olduğu tarafa dönüp baktığımda kavganın ayrıldığını ve bacağına ateş ettiğim kızın bir arkadaşının yardımıyla ağlayarak odasına gittiğini gördüm.

Kavga ettiği çocuk ise arkasından bir zafer kazanmış gibi ukalaca kahkahalar atıyordu. Birisinin acısından keyif alıyordu, kendisine ait olmayan bir zaferi kabul ediyordu. İkisi de büyük yanlışlardı. Özellikle de benim bulunduğum yerde. Masanın üzerinde durmaya devam eden silahı alarak kahkaha atan çocuğun da aynı bacağına ateş ettim. Çocuk acı içinde bağırırken dudaklarımın kenarında küçük bir gülümseme oluştu. Şartlar eşitlenmişti.

Bunu yapmamla Şimay tekrardan bağırmaya başladı "Tanrı aşkına ne yapıyorsun? Onlar çocuk!" dediğinde silahı masada bırakıp kalktım ve Şimay'a "Adaleti sağlıyorum, ikisi de kavganın içindeydi ve ikisi de suçluydu." Diyerek antrenman odasına giden koridora ilerledim. Ardından da "Çaylaklar ve ekip! Antrenman odasına!" diye bağırarak koridorda ilerlemeye devam ettim.

YŪGOİA : KELEBEĞİN SAVAŞI (+18)Where stories live. Discover now