15.BÖLÜM: "Niçin Ölmek İstiyorsun?"

34 15 97
                                    

Ormanın aydınlanmaya başlayan karanlığında ilerliyordum, henüz fazla uzaklaşmadığım için adamın boğuk ağlama sesleri ve çığlıkları kulaklarımdaydı. Canımı böylesine yakmışlarken onlara tanıdığım bu ölüm fırsatları çok şairane ve güzeldi. Kendi kanında boğularak ölmek, yavaş yavaş acı çekerek. Harika bir ölüm çeşidiydi.

İnsanlar can yakmayı neden bu kadar seviyordu oldum olası anlayamamışımdır. Bazıları acı çektirmeyi sevdikleri kadar acı çekmeyi de seviyorlardı. Gerçekten gariplerdi ve ben onları asla anlayamayacaktım. Şu anda bile, intikam ateşiyle böylesine yanıp tutuşurken, onları anlayamıyordum. Evet onların acısından zevk alıyordum ama aslına bakarsak keyif aldığım şey intikam alıyor olmaktı. Herhangi birini öldürmekten zevk alacağımı sanmıyordum. Canımı yakmayan birinin canını yakmak keyifli olamazdı.

Avı olduğum birisini avlamış olma düşüncesinin verdiği hazla ormanın derinliklerinde yürüyordum. Hava biraz aydınlanmış gibiydi ama Gravos ortalarda yoktu, bu da saati merak etmeme sebep oldu. Kolumu hafifçe kaldırıp kıyafetimi sıyırarak saate baktım. Saat sabah dört sularındaydı ve bu da yakında birilerinin uyanmaya başlama ihtimalinin olduğunu, uykularının daha da hafif olduğunu ve her zamankinden daha dikkatli olmam gerektiğini gösteriyordu. Tabi ki adımlarımı da hızlandırmalı ve olabildiğince erken ulaşmaya bakmalıydım. Adımlarım neredeyse koşacakmışım gibi ilerlerken etrafı kontrol ederek ve ses çıkarmamaya özen göstererek yürüyordum. Uzun ve yeşil ağaçların büyük gövdeleri arasından geçtim. Etrafta bu kocaman ağaçlar dışında bir şeyler yoktu ama bu olmayacağı anlamına da gelmezdi.

Bir süre bu şekilde ilerledikten sonra dağlık alana gelerek kapağın bulunduğu dağın yanına gittim ve kapağı bulabilmek adına fenerimi açarak kapağı aramaya başladım. Ellerimi hızlıca yerdeki çimlerin üzerinde gezdirirken kapağın kenarında gerçekten arayan birisinin fark edebileceği incelikteki çıkıntıyı hissettim. Feneri iyice üzerine tutarak kapağı gördüm ve ses çıkartmamaya özen göstererek ağır kapağı kaldırdım. Işığı aşağı doğru çok tutmamaya dikkat ediyordum ki uyanan birisi varsa dahi ışığı fark edip gelmesin. Merdivenin basamaklarına ayağımı bastığım anda kapağı üzerime gelecek şekilde kapattım ve kilitleyerek aşağı indim. Saat neredeyse beş oluyordu ve bu da birilerinin uyanma ihtimalini oldukça arttırıyordu.

Yemekhaneye doğru ilerlerken birisiyle karşılaşırsam en azından normal görünebilmek adına pelerinimi çıkartarak kanlı ellerimin üzerine örttüm. Anahtar da kana bulanmış avucumun içinde duruyordu. Adımlarım hızlıydı ve elimde sadece önümü aydınlatabilecek şekilde tuttuğum el feneriyle ilerleyerek odamın kapısının karşısına geldim. Ardından da bir erkek sesi odama girmemi engelledi. "Nerden geliyorsun?" Kafamı çevirerek sese döndüğümde aşçı çocuk olduğunu fark ettim. Zaten baştan beri nefret ettiğim bu çocuk şimdi de işime çomak sokuyordu. İtici bir ses tonuyla "Senin bana hesap sorma yetkin olduğunu bilmiyordum. İşine bak!" diyerek minik bir azar sonrası odama girerek kapıyı örttüm. Gaz lambalarının çok az bir kısmını yaktıkları için üzerimdeki ve yüzümdeki kanları görmediklerini umuyordum.

Odamdaki gaz lambalarını yakarak üzerimdeki kana bulanmış kıyafetlerimi çıkartmaya başladım. Duş almam gerekiyordu fakat bu kanlarla odamdan çıktığımda kesin görülürdüm. Bunun için bir yalan bulmak imkânsız denebilecek derecedeydi. Baş ucumda duran suyu alarak bir bez parçasını ıslattım ve ellerimle yüzümdeki kanları silmeye başladım. Biraz kanlardan arındığımda duş almaya rahatlıkla gidebilirdim. Kanlı kıyafetleri ve kumaş parçasını dolabımın boş bir rafına tıkıştırdım. Üzerime tekrar bir şeyler giymek saçma geldiği için havluyu bedenime sararak sonrasında giyeceğim kıyafetleri kucaklayıp odamdan çıktım. Çaylaklar yavaştan odalarından çıkmaya başlamışlardı ve ekipten tek gördüğüm Myron olmuştu. Zaten Myron'u gördükten sonra başka birisine bakmam da mümkün olmamıştı çünkü delicesine bir çığlık atarak arkasına dönmüştü. Bir yandan da "Tanrı aşkına Pera! Neden çıplak dolaşıyorsun!" diye bağırıyordu. Bu benim gülmeme sebep olsa da Myron hiç eğleniyor gibi durmuyordu. Kahkahalarımın arasından "Çıplak değilim ki." diyordum ama Myron için sözlerimin bir önemi yoktu. "Üzerimde havlu var Myron. Yani çıplak değilim." dediğimde hâlâ arkası dönük bir biçimde konuşmaya devam ediyordu. "Çıplak sayılırsın!"

YŪGOİA : KELEBEĞİN SAVAŞI (+18)Where stories live. Discover now