Bölüm 3

424 64 13
                                    


Bölüm 3

Evdeki tek erkek çocuğu Efsun ve Hıfzı'nın oğlu Mehmet Ali'ydi. Ancak odadan geliyordu bu ses. Mehmet Ali'nin odasında ne işi vardı ki? Yıldız panikle odayı aramaya başladı. Dolaba, yatak altına her yere baktı. O aradıkça kahkaha yükseliyor, sanki Yıldız ile dalga geçiyordu.

Aklını kaçırmak üzereydi. Neredeydi bu çocuk?

"Sus artık sus." Diye bağırdı elinde olmadan. Çocuk susmuyordu.

O sırada kapının açılmasıyla ses kesildi. Gelen Efsun'du.

"Neler oluyor Yıldız? Kiminle konuşuyorsun?" dedi Efsun gözleriyle odayı tararken.

"Çocuk... Çocuk var odada. Nerede olduğunu bulamadım. Mehmet Ali nerede?"

Efsun'un yüzünde anlaşılmaz bir ifade belirdi.

"Mehmet Ali bahçede Dürdane ve Sabiha ile oynuyor. Onları duydun herhalde."

"Hayır. Ses odanın içinden geliyordu." Diye ısrar etti Yıldız.

"Ama odada kimse yok değil mi?" dedi Efsun alayla. "Bak Yıldız duvarlar ince, bu evde her ses odanın içinden gelir. Bu kadar düşünme."

Efsun'un bu tavrı üzerine Yıldız daha fazla ısrar edemedi. O sırada Efsun odaya girmiş, Avrupa'dan özel olarak getirilmiş krem rengi koltuğa oturmuştu.

"Ne büyük saadet. Reşat Bey ile Refika Hanım'a gelin olmak!"

Efsun bunu alaylı bir şekilde söylememiş olsa Yıldız gülüp geçebilirdi ancak Efsun'un tavrı Yıldız'ı rahatsız etmişti.

"Siz de kızlarısınız Efsun abla." Dedi Yıldız gergin bir sesle.

Efsun hafifçe gülümsedi ve ellerini koltukta dolaştırdıktan sonra cevap verdi.

"Ne kadar yumuşak."

Ani bir kararla kalktıktan sonra tam gidecekken durdu, Yıldız'a döndü.

"Ne güzel bir aile, ne güzel bir evlilik. Kıymetini bilmeni ve fazla araştırmamanı öneririm. Diğer türlü hayrına olmaz."

"Ne demek bu?"

"Sen dediğimi yap." Dedi Efsun ve Yıldız'ı allak bullak olmuş bir kafayla orada bırakıp gitti.

Akşam yemeği sessiz geçti. Çocuklar da onlarla yemişti. Üçü de sevimli ve sağlıklı çocuklardı.

Haluk Yıldız'ı gördüğüne sevinmemiş gibiydi. Yemekte onunla konuşmamıştı bile. Odalarına çekildiklerinde Yıldız aralarındaki soğukluktan ürküp sordu.

"Neyin var? Canın bir şeye mi sıkıldı? Yoksa bana mı bozuldun?"

"Yok bir şey." Diye cevap verdi Haluk kesin bir sesle.

Ve bir görevi yerine getirir gibi Yıldız ile duygusuz bir birliktelik yaşadıktan sonra kıyafetlerini giyip dışarı çıktı. Yıldız onun en çok da acı çeken yüzü yüzünden üzülmüştü.

Evlenmeden önce hiç böyle değildi halbuki. Kısa ve başkalarının nezaretinde olan görüşmeleri hep sevimliydi. Birdenbire ne olmuştu?

Yoksa Haluk onunla evlenmek istememiş miydi? Pişman mı olmuştu?

Ağlamaya başladı.

Neredeyse bir saat kadar ağladıktan sonra kıyafetlerini ve havlularını alıp hamama gitti.

Hamamda her daim sıcak su olurdu.

Belki biraz gevşemesine ve sıkıntılarını unuttururdu sıcak su.

Yıkanmaya başlamadan önce sıcacık taşa uzanıp gözlerini kapadı.

Herkes uyuyordu şimdi. Köşk derin bir sessizlikteydi.

Haluk neredeydi acaba? Odadan çıkıp nereye gitmişti?

Bunları düşünürken omzuna dokunan el ile irkildi. Gözlerini açtığında kara çarşaflı bir kadın ona bakıyordu.

Haykırarak doğruldu Yıldız. Kadının gözlerinin yerinde derin çukurlar vardı ve dudakları çürümüş bir meyveyi andırıyordu.

Parçalanmış dudakları güçlükle açıldı kara çarşaflı kadının ve Yıldız bayılmadan önce kadının ağzından şunu duydu:

"Kaç!"

Reşat Bey'in KöşküWhere stories live. Discover now