"i'm gonna show you where it's dumped"

803 77 28
                                    

Ah, Calum.
Vücudumda gezinen o tatlı dilin bazen nasıl da keskin bir kılıca dönüşüyor, değdiği her yeri kanatıyordu.

~

Yokluğunla birlikte kafamın içinde bir tümör gibi büyüyüp giden sessizliği bölen gece aramalarından sıkılmıştım, Calum. Zaten uykuya dalmam o kadar zor oluyordu ki, henüz yarım saatlik bir uyku bile uyuyamamışken telefonun o rahatsız edici melodisini duymak iyi olmuyordu.

Çok bencildin, Calum. Uyuyup uyumadığımı ya da aramanı cevaplayabilecek bir durumda olup olmadığımı umursamazdın. Sadece beni arar ve vicdanını rahatlatana kadar özür diledikten sonra bir sigara yakıp konuşmanı sonlandırırdın.

Kaç gündür yanıma uğramadığını biliyor musun? Ben biliyorum, sevgilim. On altı gün oldu. Eski albümlerimizi döktüm, fotoğraflardaki henüz ışığını kaybetmemiş gözlerimize ve sevgimizin kızıllığıyla boyanmış dudaklarımıza baktım. En son geldiğinde getirdiğin şampanyanın dibinde kalanları bir bardağa doldurup içimde kaybettiğim savaşları kutladım. Ruhum dökülüyordu, Calum. Parmak uçlarımdan, saç diplerimden, ayaklarımdan, kirpiklerimden; başka bedenlere dokunduğun ellerinle kirlettiğin her yerimden. Kalbim hala atıyordu çünkü oraya dokunmana izin vermemiştim. En azından kendime karşı duyduğum biraz saygım hala vardı ve bu beni gülümsetmeye yetti. Fakat daha sonra bu eylemin nasıl gerçekleştirildiğini unuttuğumu farkettiğimde, zaten üzgün duran dudaklarım biraz daha asıldı.

Dürüst olmak gerekirse o gece evime gelmeni beklemiyordum, Calum. Çünkü benim unuttuğum bazı şeyler gibi senin de evimin yolunu unuttuğunu düşünmüştüm.

Sarhoş bedenin rüzgarın vurduğu her darbede biraz daha sarsılan bir yaprak gibi karşımda dikilirken gevşek gülümsemen yüzüne biraz daha yayıldı. "Benim küçük, güzel Nancy'm." dedin ve ne cüretle bana hala benim Nancy'm diye hitap edebildiğine hayret ettim. Yine de bu hoşuma gitmişti çünkü sana aşıktım ve senin de biraz bile olsa hala bana aşık olman, iyice hasar görmüş gururumu biraz olsun okşuyordu. Tıpkı yataklarına misafir olduğun o kadınlardan sonra her seferinde gerçek evine; bana dönmen gibi.

Ceketinin ceplerini karıştırıp üç - dört tane solmuş papatyayı çıkararak gözümün önünde tuttun. "Bunlar senin için. Sanırım biraz solmuşlar ama suya koyarsan belki düzelirler. Annem öyle yapardı."

Annenin yaptığı gibi onları alıp geniş bir bardağın içinde suya koydum. İşe yaramadı, Calum çünkü onları kökünden koparmıştın. Onları ait oldukları yerden ayırıp; ceketinin cebine atarak ölmelerine müsaade etmiştin ve şimdi onlara biraz su verdiğimde düzelebileceklerini söylemiştin. Benim için de aklından geçenler böyle mi? Ölüm darbelerini savurursun ama sonra sevgi kırıntılarını üzerime serpiştirince bir şey olmamış gibi ayağa dikilirim.

Fakat canımı en çok yakan bunların hiçbiri değildi, Calum. Zayıf ruhuma en acımasız darbeleri vuran şey; bana o çelimsiz papatyaları verdikten sadece iki gün sonra seni, elinde koca bir demet gülle meydandaki büyük restoranlardan birine girerken görmemdi. Mekanın camdan duvarları ardında adımlarını takip ederken elindeki o gösterişli çiçekleri çok güzel bir kadına uzatıp onu zarifçe öpmendi.

Hala merak ediyorum, Calum. Tüm bunları bana nasıl yaptın?

nightcall | hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin