"there's something inside you, it's hard to explain"

607 67 18
                                    

Ah Calum, sanki eline kızgın bir demir almıştın ve kalbimle öylece oynuyordun.

~

Birkaç aydır ilişkimiz öyle bir noktaya varmıştı ki işin nerede sonlanacağını ikimiz de kestiremiyorduk. Bu şeye sadece devam ediyorduk. Birlikteydik. En azından fiziksel olarak öyleydik ama aklımızım ve ruhlarımızın birbirini çoktandır terk etmiş olduğu gözlerimizin önündeydi.

Kartlarımızı açmıştık Calum. Benimkiler sürpriz değildi; zaten sana umutsuzca aşık olduğumu, koşullar ne olursa olsun kapılarımın sana her zaman açık olduğunu biliyordun. Ama sen, benim için gerçekten de sürprizlerle doluydun. Hep öyleydin sevgilim. Beni şaşırtmayı ve yüzümün aldığı o komik ifadeyi ne kadar sevimli bulduğunu her zaman söylerdin. Zaman geçiyordu ama bazı şeyler asla değişmiyordu ve senin bu sürprizlerin de onlardan biriydi. Yine ağzımı hayretler içinde açık bırakmıştın, Calum fakat bu sefer pek iyi haberlerin yoktu.

Düşüp kalktığın o kadınlardan biriyle düzenli bir ilişkiye başladığını öğrenmem benim için gerçekten de şaşırtıcı olmuştu. Kullandığın ikinci bir cep telefonunu ve içindeki tüm o konuşmaları görmemin hemen ardından, dünya gerçekten de başıma yıkılıyormuş gibi hissettim. Şaka yapmıyorum. Tüm yer ve gök, hatta Tanrı şahidim olsun ki bütün o acıyı vücudumun en derinlerine kadar hissettim.

Her şeyi kabul edebilirdim; başka kadınlarla olmanı bile kabullenmiştim ama bana duyduğun sevgiyi başka bir kadınla paylaşmana nasıl müsade edebilirdim? Zavallı çocuk aklım bununla nasıl baş ederdi? Hayır, edemezdi. Edemiyordu.

Aklımı kaçırıyordum Calum.

Gerçekten merak ediyorum, neden sadece bir silah alıp kafama dayamıyor ve beni tüm bu işkenceden kurtarmıyordun? Bu önemli bile olmazdı çünkü ben zaten uzun süredir yaşıyormuş gibi hissetmiyorum. Aldığım her nefes, boğazımı delip geçen dikenli bir telden; yaşadığım her gün, bir an önce sona ulaşmak için geçirdiğim bir yirmi dört saatten fazlası değil.

Sanırım bunu hiç unutmayacağım Calum, o akşam bizim için yemek hazırlamıştın. Sohbet edip gülerek, önümüzdeki şarap şişesini bitirmek için yarışıyor gibi yudumları aceleyle midemize indiriyorduk. O akşam kafalarımız o kadar yükseğe uçmuştu ki, neredeyse eski günlerde gibi hissediyorduk. Neredeyse beni tekrar koşulsuzca sevdiğini, sadece ama sadece beni sevdiğini düşünecektim. Ne kadar çocukça, ne kadar çaresizce bir cümle, değil mi sevgilim?

Yemekten sonra telefonundan şarkı açıp beni dansa kaldırdığında ve sadece beş dakika geçtikten sonra kahkahalarla birlikte kendimizi kanepede bulduğumuzda ölmek istedim çünkü sabah olunca tüm renkler solup gidecek, katran karası günler bizi alt etmek için tekrardan sıraya dizilecekti. O an orada ölseydim Calum... Keşke o anda Tanrı bana biraz acısaydı ve ertesi gün güneşin doğuşuna şahit olamasaydım.

Zaman, boğazımızdan inen şarap gibi hızla akıp gidiyordu Calum. Ama sanki o gece her şey, her zamankinden daha aceleciydi. Gerçekten de on sekiz yaşımızdaki o deli günlere geri dönmüş olabilir miydik? Çünkü biliyorsun, on sekiz yaşımızda ne kadar da çok hata yapmıştık. Ne kadar çok başımızı belaya sokmuştuk.

Sevgilim. Biz o gece on sekiz yaşımıza geri döndük ve çok büyük bir hata yaptık.

nightcall | hoodWhere stories live. Discover now