2. BÖLÜM

103 18 4
                                    

ALENİ TEHDİT!

O yıl ben de aynı şehirdeki eğitim fakültesinin istediğim bölümünü kazanmıştım. Ayaklarımı yerden kesen çocuksu bir heyecanla
kanatlanmıştım âdeta okula başladığım ilk gün...

Ülkenin her yanından büyük bir coşku ile koşup gelen öğrencilerin arasında sihirli bir dünya yakalamıştım sanki.
  
Koridorlarda sınıfımızı ararken âdeta taşlara, duvarlara can verilmiş bir işçiliğin haykırışlarına tanık oluyordum.

Sınıfa girince oldukça yüksek, ferah ve alabildiğine güneş ışınlarını kucaklayıp sınıfa dolduran pencerelerin estetiği, insana bir
terapi gibi huzur saçıyordu.

Tedirgin, ürkek ve çekingen bakışların havada uçuştuğu ilk derste hayatımı bu kadar etkileyecek bir hadiseyle yüz yüze geleceğimi asla tahmin edemezdim.

Elinde siyah bir çanta, ortayaşlı, saçları erkenden beyazlamış, kafa üstü oldukça açılmış, sivri burunlu ve itici bir hoca daldı sınıfa, daha biz nerede olduğumuzun heyecanıyla boğuşurken.

Masaya geçti. Özensiz ve duyarsız tavırlarla başını hafifçe ileriye uzatıp, kaçak birisini arıyormuş gibi tek tek öğrencileri taramaya
başladı korku salarcasına.

Heyecansız, soğuk, biraz da garip tavırlar içinde bizleri bir anda tedirginliğe iten uzun boylu, oldukça zayıf olan bu adam:
— Ben Mecnun, dedi insanın içini tırmalayan bir ses tonuyla. Leyla'sız Mecnun tabii, diye devam etti, hiçbir espri yeteneğinin olmadığını ispat etmek ister gibi.

— Felsefe dersinize gireceğim.

Durdu. Bütün öğrencilere tarihî bir cümle etmek için enerji toplamaya çalışıyormuş gibi:
— Bu ders, dönemin en önemli dersi olacak, dedi. Bu dersi geçen, dönemi kayıpsız kapatmış demektir.

Cümleyi o kadar vurucu hale getirmişti ki, bir gözdağı tonunda gırtlağında söyleyerek herkesin sinirine dokunmuştu, bu ilk günün ilk saatinde.

— Ben sınıfa girince, benden sonra gelen kimseyi almam içeriye, diye devam etti. Devamsızlığınız üç hafta oldu mu, benim dersimde ne vizeye ne de finale giremezsiniz.

Bu bir...

İkincisi ise, bu dersin hocası benim. Ben konuşurum, ben yorumlarım ve ben sonuçlandırırım. Görüşüme aykırı fikirleri olanlar beni ikna ederlerse ne âlâ! Böyle bir yetenekleri yoksa kendinize yazık etmeyin.

Sözleri çok ağırdı. Açık açık bizi tehdit ediyordu.
Birbirimize bakmıştık “Bu ne demek oluyor?” diye. Bu hocanın başımıza belâ olacağı daha şimdiden belliydi.

Anlaşılan o ki, bu adama karşı çıkılmaz, eleştirilmez, hiçbir görüşüne laf söylenmezdi. Yoksa bizi asla dersinden geçirmezdi.

Mesajımızı çok net almıştık. Hem de pürneşe içinde girdiğimiz ilk dersimizde bütün şevkimizi kaybederek...

Sınıf atmosferi bu kadar gerilip beyinleri onlarca kaygılar doldurmuşken kapı çaldı, bir öğrenci girdi sınıfa.

Uzun, ince boylu, yüzünde masumluğun, mahcubiyetin ve duruluğun ışıltıları uçuşan biz yaşlarda bir erkek öğrenciydi.

Ütüsüz pantolonu, uzun kollu gömleği ve dağınık saçlarıyla alelacele bir işten çıkıp, henüz üzerini değiştirememiş olmanın şaşkınlığını yaşarcasına başını önüne eğmiş, edeplice hocanın talimatını beklemeye başlamıştı kapı önünde. Bu saygılı tavrı bütün sınıfın dikkatini çekmişti.

Felsefeci, geç kalmış olmanın üzgünlüğü içinde ezilip büzülen öğrenciyi küçümser bir tavırla baştan aşağıya süzdü, önce. Sonra da dalga geçercesine:
— Geç kaldın daha ilk derste, dedi azarlar bir ses tonuyla.

SONSUZLUĞA UYANMAK {TAMAMLANDI}Where stories live. Discover now