İki

56 18 7
                                    

   Aracın arka koltuğunda ellerim bağlı bir şekilde nereye vardığını bilmediğim bir yolculuğa çıkmıştım. Babamı geride bırakmıştık, ona bir şey yapmamaları karşılığında beni götürmelerine razı olmuştum. Onlara sormak istediğim öyle çok soru vardı ki.

"Nereye gidiyoruz?"

   Luc'la dikiz aynasında gözlerimiz bir anlığına buluştu, beni arabanın arka koltuğuna civileyen de bu donuk yeşil gözlerdi. Bana bu şekilde bakmasaydı belki aramızda bir bağ hissedebilirdim, sonuçta o da benim gibiydi. O da bu lanetle beraber doğmuştu.

   Keşke kontrol edebilseydim. Keşke ellerim bağlı olmasa, konsantre olabilsem ve arabayı kullanmakta olan bu adamı ele geçirip durdurabilsem. Parmak uçlarımdaki karıncalanma çoğalıyordu.

   Medeniyetten gittikçe uzaklaşıp çakıllı yollara girmişken terk edilmiş, yıkık dökük bir apartmanın önüne gelince yavaşladık.

"Yetişebildik mi sence?" diye sordu çocuk yüzlü. "Çünkü biliyorsun, yetişemediysek 365 gün daha beklemek zorundayız."

"365 gün daha bebek bakıcılığı yapmam. Öldürürüz olur biter."

   Arabayı daha park bile etmeden dışarı fırlayan Luc, kapıyı açıp koluma yapıştı.

"Kolumu böyle çekiştirmen beni hızlandırmıyor."

"Acaba annen köylerimizdeki kaç kişinin ölümüne sebep oldu, biraz da bunu düşün istersen." Beni çekerek araçtan çıkarıp bir zamanlar tanıdık olan ama şimdi terk edilmiş o binaya doğru iterken silahıyla omzumu dürtüyordu.

"Annem karıncaya bile zarar vermez."

"Gerçekten hiçbir şeyden haberin yok mu yoksa aptal gibi mi davranıyorsun?" Silahını kafama doğru götürdü.

   O sırada bebek yüzlü çocuk atışmamıza dahil oldu: "Sakin ol, sanırım cidden hiçbir şeyden haberi yok kadının."

   Binanın içine girdiğimizde statik bir ses kulaklarımızı tırmaladı. Uzun koridoru geçip üst kata çıktık. Oyma detaylarına kadar tanıdık gelen bu merdiven tırabzanları, şimdi örümcek ağlarıyla kaplanmıştı. Ses yükselmeye devam ederken beni iterek sağdaki odaya soktular ve önüme çıkan manzara karşısında verdiğim tepkiyi görmek için dikkatlice beni izlediler.

"Bu da ne?"

   Sesin kaynağı, boyası çatlamış duvarın tam ortasında olan kocaman parlak bir delikti ve göz kamaştırıyordu.

   Elbette ki bana cevap vermediler ama vermelerine gerek de yoktu. Bu bir portaldı, annem başarmıştı, son yirmi yılın en önemli buluşlarından birini yapmıştı. Ve bu adamlar şimdi annemin icadını kullanarak beni bir paralel evrene götürüyorlardı.

---

   Seyahatimiz saniyeler içinde sonlanmış, parlak bir ışıktan başka hiçbir şey görmemiştim ancak vardığımız yer beni öyle sıcak bir duyguyla doldurmuştu ki hayatımın için duyduğum endişe bir anlığına yok olup gitmişti. Burası benim odamdı, sadece tanıdık da değil, ta kendisi. Çocukluğumu geçirdiğim ev.

   Hiçbir şey değişmemiş, babamla terk ettiğimiz günkü gibi duruyordu. Kitaplığımdaki kitaplar bir daha okunmayacaklarından habersiz, yatağımdaki rengi solmuş çarşaf ise hala davetkardı. Yorulduğumu fark ettim. Bu yatağa uzanıp hiçbir sorumluluğum yokmuş gibi mışıl mışıl bir uykuya çok ihtiyacım vardı.

   Luc diğer adamı dürttü. "Felis, bak, hatırlıyor. Her şey yolunda, doğru yerdeyiz."

   Her şey yerli yerinde, sanki on bir yıldır beni bekliyordu ama yanımdaki adamlar bu en ufak hücreme kadar özlediğim, masum yerde daha fazla kalmama izin vermeyeceklerdi. Hızlı adımlarla merdivenleri inerken neredeyse düşecektim, ayaklarım geri gidiyor, karşılaşacağım tehlikenin bilinmezliği beni dehşete sürüklüyordu. Annemin çalışma odasının kapısı kapalıydı, onu yine büyük ahşap masada defterlerine gömülmüş çalışırken görmeyi istedim. Yaptığını söyledikleri kötü şeyleri yaptığına inanmıyordum.

Kontrolü KaybetmekWhere stories live. Discover now