3. Bölüm

20 1 0
                                    

Kate'in ölüm haberini alalı 2 gün olmuştu, ve 2 gündür uyumuyordum. Bunun nasıl olabileceği aklımdan hiç çıkmıyordu. Birinin ölümünü insanın rüyasında görmesi zaten inanılmaz ve korkunç bir şey iken tanımadığı birinin ölümünü görmesi daha da anlaşılmazdı. Neden bunlar benim başıma geliyordu? Lanetlendim mi acaba, diye düşündüm. Ancak bir lanet bunu yaşatabilirdi. Ancak bir lanet ölümü insana musallat edebilirdi.

Mutfaktaki 4 kişilik masanın sandalyesinde, sanki Azrail kapımızın önünde bekliyormuş  gibi tetikte bir şekilde oturuyordum. Birazdan içeri girecek, babam ve Bay Harrington dahil tüm ölümlerin benim suçum olduğunu söyleyecekti. Benim de canımı almak için hamle yapacak ve bundan kurtuluşum olmayacaktı.Ne kadar sigara içtiğimi bilmiyordum ama küllüğün cam tabanı artık görünmüyordu. Deli gibi açtım ama boğazımdaki yumru ve çenemdeki uyuşukluk yemek yememe müsaade etmiyordu. 2 gündür duş almamıştım, günlük işlerimi yerine getirmekte zorlanıyordum. Ağlamak istiyordum, deli gibi ağlamak. Yatağıma girip, yorganı başıma çekip, küçük çocuklar gibi ölümden saklanmak istiyordum. Deliriyordum. Kelimenin tam anlamıyla deliriyor olmalıydım. 2 gündür annem eve geç saatlerde geliyordu, kısacık zamanlarda bile bendeki olumsuz değişmeyi görebiliyor ve bana bir şey söylemese de kızı için endişelendiği belli oluyordu. Kate'le ilgili olduğunu düşünemezdi çünkü onunla bir bağlantım yoktu. Sürekli cinayetler olurdu zaten, Kate'in de onlardan bir farkı olamazdı. Tabiki de yoktu. Sorun Kate değildi, sorun bendim...

Telefonun çalmasıyla düşüncelerimden uzaklaştım.

"Alo?"

"Selam bebeğim,"dedi April neşeli sesiyle. "İyi misin, hiç konuşmadık?"

"Evet,"dedim gözlerimi ovuştururken. Başım çatlıyordu. "Sen nasılsın?"

"Seni özlemiş olabilirim, kahve?"

"April,"dedim sıkıntıyla. "Pek uygun değilim.

"Hey,"sesi ciddileşmişti. "Bu sesi tanıyorum. Sorun ne?"

Camdan dışarı baktım. Güneş verandamızı kaplamıştı. Gölgede kalan noktalar hariç çimenler sarı bir hareyle parlıyordu. Herkes ve her şey ışıldıyordu. Ölüm karanlığı bana özeldi.
Gözlerim doldu ve yaşlar dökülmeye başladı. Çaresizce bir labirentin içinde kapana kısılmış gibi hissediyordum kendimi. Ödüm kopuyordu ama görünmeyen bir şeyle, kendimle savaşamazdım. Zaten 2 yıldır verdiğim mücadeleden hayli yorgundum.

"Eva?"dedi telaşlı bir sesle April. "Tanrım, ağlıyorsun! Neyin var, söyle bana!"

"April..."dedim burnumu çekerek.

"Geliyorum!"

İtiraz etmeme fırsat vermeden April telefonu kapattı. Benimle konuşmak isterse ne konuşacağımı bilmiyordum. Korkacaktı, benim gibi. Yaklaşık 20 dakika sonra kapı çaldı ve April endişeli yüzüyle bana baktı. Yüzümü 5 saniye kadar inceleyip kollarını bana sardı. Ağlamaya başladım. Hıçkırıklarımı zapt etmek zor oldu fakat onu daha fazla endişelendirmek istemiyordum. Telkin cümleleriyle beni kanapemize oturttu. Dizlerimiz birbirine değiyor ve elimi sımsıkı tutuyordu. Bekledi. Anlatmam için hazır olmamı bekledi. Derin bir nefes alıp anlatmaya başladım. Önce rüyamı, rüyamda kendimi Kate olarak gördüğümü, katili ve sırasıyla her şeyi. April yüzünde hiçbir mimiği oynatmasa da gözlerindeki dehşeti saklayamıyordu. Kim böyle bir şeyde dehşete düşmez ki?

"Ben deliriyorum!"dedim hıçkırıklara boğulurken. April beni tutup kendine çekti ve kucağına düştüm. Dizlerine kapanıp dakikalarca ağladım. Hıçkırıklarımı artık saklamıyordum, feryatlarım April'in diz kapağında boğuluyorlardı. April sırtımı sıvazlarken hiçbir şey söylemedi. Sonunda yüzümü avuçladı, kafamı kaldırdı ve gözlerime baktı.

SAMSARAWhere stories live. Discover now