Bölüm 8: ŞİRKET

43K 1.8K 65
                                    

Bölüme başladığınız tarihi ve saati buraya yorum olarak bırakabilirsiniz!


***


Bölüm 8: ŞİRKET

Yüzüme vuran güneş ışıklarıyla gözlerimi araladığımda, parlaklık karşısında gözlerim kamaşmıştı. Derin bir nefesi içime çekerken kollarımdan destek alarak doğruldum ve sırtımı başlığa yaslayarak perdenin gölgelediği yere iyice sindim. Gözlerim kısık bir şekilde kapıyı izlerken duyduklarımı sindirmeye çalışıyor, gördüklerimin birer rüya olduğuna inanmak istiyordum.

Hatta kendimi bir haftalığına kış uykusuna yatmış bir ayı olarak ilan etmek istiyordum. Buranın bizim evimiz olduğunu düşünmek, babamın bana hiç ihanet etmediğini, her şeye rağmen birbirimize katlanabildiğimizi ve Ulaş'ı hiç bırakmadığımı düşünmek... Diğer yandan ise annemin gerçekten yaşadığını öğrenme hissi kalbimde bir umudun filizlenmesine yol açıyordu. Hangisi daha kötüydü, hangisi daha iyiydi bilemiyorum ama bir sabaha daha Aras Soykan'ın himayesi altında gözlerimi açmıştım.

Yataktan bacaklarımı sallandırarak bir süre dışarıyı izledim, insanlar işlerine yetişmek için koşuşturuyorlardı, havanın soğuğuna karşı üstlerine giydikleri kaban ve kafalarına taktıkları şapkalarıyla direniyorlardı. Yaşlı bir adam elinde bastonuyla ilerliyor, diğer yandan ise başındaki fötr şapkasının uçmasını engellemek adına tek elini şapkasının üstünde tutuyordu. Duruşu her an önünden geçecek birine reverans verecek gibiydi. Bakışlarımı camdan alarak ayağa kalktım ve birkaç esneme hareketinden sonra ağır adımlarımı kapıya yönelttim.

Kapıya yaklaştığımda salondan gelen haber sesini ve mutfaktaki su kaynatıcısının tıkırtılarını duyabiliyordum, derin bir nefes eşliğinde kapıyı açtığımda gözüme takılan ilk şey karşı duvarda bana göz kırpan duvar saati olmuştu. Saat dokuzu kırk beş geçiyordu. Hayretle kaşlarım kalkarken bir ara kendimi tebrik etmeyi zihnimin bir köşesine yazdım, ben Ulaş'ın öğlen gittiği okulu için bile alarm kurarak uyanan bir insanken sabahın 10'unda kendiliğimden kalkmam hayra alamet değildi. Gerçi şu yaşadıklarımın hiç biri hayra alamet değildi ya!

Ayaklarımı sürüyerek mutfağa ulaştığımda, görmeyi beklediğim manzara bu değildi. Aras'ı elinde spatulayla tavanın içindeki yumurtayı çıkartıyorken görmek, sadece rüyalarımda yemek pişiren bir Ulaş görmek gibiydi. Şaşkın bakışlarımı fark etmiş olacak ki yoğunlaştığı işinden başını kaldırarak bana baktı. Sabah güneşi yüzüne vururken gözleri kahverenginin en koyu ve parlak halindeydi fakat gözlerinin hâlâ siyah gibi göründüğü gerçeğini değiştirmiyordu. Ağır adımlarla tezgâha ilerlerken, "Günaydın," dedim kuru bir sesle. Bana aldırmadan tavadan spatulaya geçirdiği yumurtayı servis tabaklarından boş olana koyarak sırtını döndü ve elindeki spatula ile tavayı sudan geçirerek bulaşık makinesine yerleştirip, tezgâha döndü.

Bana lazım olan erkek kardeş bu, diye geçirirken içimden, tekrar Aras'ın yakıcı bakışlarının hedefi oldum. Bir anlığına nefesim kesilmiş ve olduğum yerde dikilerek öylece ona bakmaya başlamıştım, o ise rahat hareketlerinden ödün vermeyerek mutfağın iç kısmında kalan tezgâhın taburesine yerleşip gözlerini önündeki tabağına indirdi ve ben hiç yokmuşum gibi yemeye başladı. Ben de karşısındaki kahvaltı tabağının bulunduğu yere sessizce oturdum ve onu izledim.

Yemeğini yerken birden kaşları çatıldı ve gözleri beni buldu. Ağzındaki lokmasını sakince yutarak, "Yemeyecek misin?" dedi. Sesi sabah mahmurluğuyla yumuşak ve pürüzlüydü, bir süre ona baktıktan sonra gözlerim önümdeki tabağa kaydı ardından, "Hayır," diyerek masadan kalktım. Gözlerindeki o sakin ve boş bakışların sertleştiğini, sırtımı delik deşik ettiğini hissedebiliyordum fakat yine de mutfaktan çıkmak için yürümeye devam ettim.

YERALTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin