- Giriş -

51 8 0
                                    

Giriş; Bir Yolun Sonu, Bir Diğerinin Başı...

Hayatının bir yılını buz gibi bir nefretle, bir diğer yılını da acıya boğularak harcamıştı. Duvarlarını gözyaşlarıyla boyadığı hastane odasından tıpkı getirildiği gibi gizlilik içinde ayrılıyordu genç kadın. Artık kimselerin onu tanımayacağı bir şehirde, aylardır gördüğü üç beş tanıdık sima dışında kimseyi görmeden çıkıp gidiyordu. Ondan çalınan hayatına karşılık olarak vaat edilmiş yeni hayatı elinde kalanlarla şekillendirmiş, bildiği, sevdiği, tanıdığı her şeyi bir daha geri dönmeyeceği bu odada bırakıyordu.

Neye yarardı zaten önüne altın tepside sunulanlar? Hayalleri ile büyüyen, gerçekleşmeleri için canını dişine takan o kız değildi artık. Tutunduğu tüm dalları kırılmıştı. Hiç yoktan çıkıp hayatlarının ortasına düşen bir bombanın parçaları dört bir yana dağılmış, dokunduğu her şeyi yok etmişti. Hastalık gibi yerleşmiş, içten dışa çürütmüştü.

Bir tek kalbinin ona ait küçücük bir kısmını saklayabilmişti kadın bombanın tesirinden ve sonra... Sonra kalbini de elleriyle kendisi parçalamıştı. Çünkü son bir fedakârlık daha bekliyordu hayat ondan aldıklarının intikamı için.

Kuruttuğu gözyaşlarıyla birlikte kalbini kurban vermişti kadın hayatın son isteğine. Kendini feda etmiş, binlercesini kurtarmıştı. Bununla avunacak, nefeslenecek, yaralarını dağlayacaktı ve gerekirse defalarca kere daha feda edecekti kendisini. Başka bir hayat bilmiyordu artık, buydu, bundan ibaret olduğunu sanıyordu.

Oysa kader yeni ağlar örer, yeni yollar çizerken eskileri de birbirine bağlıyordu. Kaçtıkların buluyor, nereye kaçarsan kaç geçmiş peşini bırakmıyordu. Çünkü hayat talep ettiği fedakârlığı telafi etmeden geçip gitmezdi kimseden.

Son diye bir şey yoktu. Öğrenecekti kadın ama önce hikâyesini anlatmalıydı...

***

İliklerine işleyen soğuk bile, gözlerini ufka dikmiş kadının ifadesi kadar etkileyemezdi. İleri attığı adımlarının kararlılığı karşısında kaldırımda yürüyenler ikiye ayrıldılar bilinçsizce. Kadının iradesi çaba göstermeksizin sindirdi her birini. Yol verirken de ellerinde olmadan, dikkatlerini cezbeden altın saçlı güzel kadını incelediler.

Dimdik duran zarif bedeninin yaydığı güç çekiyordu onları. Yumuşak yüz hatlarını katılaştıran acıyı izliyor ve sıcacık kahverengi gözlerinde yer eden soğuk katilin bakışlarından ürküyorlardı. Sahip olduklarını kaybetmiş ama aynı zamanda geçtiği her yer, dokunduğu her şey onunmuş gibi hissettiren bu kadından korktukları kadar büyüleniyor, merak ediyorlardı.

O yürüyüp gidecek ve böylece bitecek miydi? Nerede başlamıştı sahi bu kadının hikâyesi?

***

Göğün ağladığı, hayatlarının bir daha asla eskisi gibi olmayacağı o gün, bir tabuta sığdırılmış üç cenaze kalktı aynı evden...

Gösterişsiz, buz gibi soğuk tahta tabutun içinde, iyi niyet taşlarıyla döşediği yolun mutlak sonuna varan adamı, âşık bir eş ve sevgi dolu bir babayı götürdüler.

Adamın cansız bedenine bağlanan diğer iki cenazeyi kimseler görmedi, kimseler bilmedi. Oysa aynı tabutta kendisini ebedi bir acıya mahkûm edecek, gözleri yaşlı, başları dik iki de kadın vardı.

Her şeyden habersiz, tüm hayatını kalbinde taşıdığı sonsuz sevgilerin üzerine kurmuş, sevdiği adamı kaybeden bir kadının da kalbini söküp koymuşlardı, adamın bedeninin içine. İkinci baharının yapraklarını dökmüşlerdi.

Bir de genç kadından aldıklarını...

Oyun arkadaşını, yaramazlıklarının mimarı ve suç ortağını, en büyük destekçisini, kâbus canavarlarını kovalayan, ona kimsenin sahip olamayacağı tek hediyeyi veren, her şeyi bilen adamını; babasını alıp götürdükleri yetmez gibi, geleceği için kurduğu hayallere ulaşmanın gayretiyle geçen çocukluğunu, hiçliğe, imkânsızlığa karışan hayallerini de koydular o tabuta.

O cenaze, bir ruhun masumiyetini öldürdü ve yaşadığı tozpembe yirmi beş yılı ardında anı bıraktırıp yok etme arzusuyla yeniden doğurdu...

Tüm renklerinden arındı kadın. Tahmin edilemez, onlarca ton gri ve parlak bir kırmızıyla yıkandı. Kendini sakladı. Kendini yeniden yarattı.

Annesinin hediyesi altın sarısı saçlarını soldurdu. Babasının mirası mavi gözlerini griye çaldı. Umutla dolu kalbi, intikamın kara lekelerine bulandı. Pembe dudakları kan kırmızı bir zehirle boyandı. O zehir ki düşmanına en acı şekilde tattıracağı ve sonunda kendini de öldürmek pahasına içeceği...

***

Böyle başladı genç kadının hikâyesi. Bir devri kapatmıştı ama yazıldı sandığı sonun, yolun başı olduğundan habersizdi henüz.

Hayat oyununda kaderin dağıttığı roller tam da bitti denen anda başlardı. Engelleri dizer ve yıkılmasını izler, enkazı kaldırılana dek sessizce bekler ve yeniden yazardı. Dengeyi bulana, istediği olana dek durmaksızın çalışırdı.

Hayat mutlak yolunu bulurdu ve kader hep bildiğini okurdu...

GÜNDÜZ DÜŞÜ(Kitap/Yeniden Yayımda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin