12. Bölüm

34 23 13
                                    

Hawkins'in yere göğe sığmayan korkusu hissedilmeye başlamıştı. Yüzünden tamamıyla endişe akıyordu. Ölüm, kapısına gelmiş sadece kapı kolunu çevirmeyi bekliyor gibiydi ama işler düşündüğüm gibi olmadı. Hâlâ bitmemişti, Hawkins toparlandı ve yüksek hızda iyileşmeye başladı, yaptığı o saçma saldırıları kullanmayı kesmişti.

Sakinleşmiş, profesyonelliğini koruyor ve beni öldürmek için deliye dönmüş o mor gözleri şuan beni ürkütüyordu.

Hawkins ilk tanıştığımdan çok daha farklıydı, herşeyi, tüm duyguları önceden  gözlerimin önünde açığa çıkmıştı halbuki. Şeytan Kral Dread ile savaştığında o değişimi nasıl kabullenip vurdumduymaz ve şüphesiz bir şekilde ona inanabilmiştim. Kandırılmak kaderimde mi vardı yoksa tamamıyla aptal mıydım bilemiyorum ama şuan bildiğim birşey varsa o da Hawkins'i öbür dünyaya yollamam gerektiğidir.

Kaybedecek neyim, güvenebilecek kimlerim kaldığını tahmin edemiyordum. Kısa süre önce tanışıp güvendiğim kişiler olsa da yakınlığımız, tüm dünyamın yalan olduğunu anlayana kadarmış sanırım. Hâlâ bilemiyorum, yakında öğreneceğime eminim, er ya da geç.

Hawkins pozisyon alıp saldırıya geçti. Havaya atıldı ve artık tüm sakinliğiyle işimi bitirmeye hazırdı. Yayımla nişan aldım, Hawkins şiddetle bana doğru atıldı ve zorlukla savurabildiğim o yumruğu yere çarptı. Yere göğe sığmayan bir güç açığa çıktı. Hawkins bana çok yakındı ve ikinci saldırısını yapmaya hazırlanıyordu. Yayımı kullanmaktan vazgeçip elimde bir mızrak oluşturdum, ardından diğer elimi Hawkins'e yöneltip bedeninde onu önceden yaralayan mızrağı oluşturdum. Hawkins sakinliğini bozmadan mızrağı öylece çıkardı. Ne biraz kan, ne de biraz endişe ortaya çıkmamıştı,

“Ne yaptın sen?”
Hawkins ciddiyetini koruyordu ve biraz bile gülümsemiyordu.
“Vücuduma odaklandığım sürece hiçbirşey zarar veremez. Diğerleri gelmeden kalbini bana ver.”

Anlık bir şaşkınlıkla duraksadım ve bir elimi göğsüme yaklaştırdım. “Kalbim? Daha neler!”
Tepkimi gören Hawkins ciddiyetini kaybedip kahkaha atmaya başladı. “Evet İlaisis! Kalbini yiyeceğim.”

Cümleleri gözlerimin fal taşı gibi açılmasına ve ister istemez sinirlenmeme sebep olmuştu.
“Manyak herif!”

Hawkins sırıttı ve tekrar saldırmaya başladı. Kana susamış bir yüz ifadesiyle midemi bulandırıyordu. Elimdeki mızrakla kendimi savunurken beni köşeye sıkıştırdı. İki eliyle ölümüne benim mızrağıma asıldı ve beklemedik şekilde birkaç saniyelik ağzını açmasıyla, ağzından yanı başında olan bana lacivert bir ışın fırlattı. Vücudum yanıyor ve gözlerim göremiyordu. Hissettiğim tek şey Hawkins'te bitmek bilmeyen kana susamışlıktı.

Ani bir kararla şuan göremediğim için gözümü kullanmamın mantıklı olacağını düşündüm.
Iskalama gibi bir şansım yoktu. Hawkins sağ kolumu tuttu ve sıkmaya başladı. Hâlâ nerede olduğunu saptayamıyordum ve Hawkins bilerek sessiz kalmakta ısrarlıydı. Sabretmeliydim.
Birden diğer elini boğazıma dayadı.

“Sonunda.” Hawkins'in fısıldaması kulaklarım tarafından işitilmiş ve Hawkins'i yerini saptamamla beraber Hawkins'in neşesini de hissetmiştim.

“Nafile.” Ağzımdan çıkan sözlerle birlikte göremeyen gözümü kullandım. Hawkins birden beni bıraktı ama tekrar kendine gelen gözlerimle Hawkins'e hiçbirşey olmadığını fark ettim.

Hawkins arkasına bakıyordu. Alnından süzülen teri gözlerime çarpıyordu. Hawkins'in baktığı tarafa göz gezdirmemle birlikte yüzümü kocaman bir gülümseme kapladı. Gözlerimin önünde öylece duran şey bendim! Nasıl mümkün olabilir gibi sorular kafamda dolaşmıyordu. Gözümü kullanmamla beraber meydana geldiğini biliyordum. Bu önceden oluşturduğum klonlardan tamamen farklıydı. Hawkins'e nişan almış gülümsüyordu. Elinde siyahımsı bir yay ve sapsarı, parlayıp ışık saçan bir ok vardı. Hawkins zarar görmemek için odaklanıyor gibiydi. Birden daha yeni açığa çıkmış klonumun ağzından birkaç kelime döküldü.

Mueva : İntikam LorduOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz