eins ✿ welcome to the jungle

11.3K 612 345
                                    

Ağustos 2015

Nemli toprak ayaklarımın altında pamuk gibi ezilirken nefesimi tutarak üçe kadar saydım ve gözlerimi ağaçların zikzak çizerek sıralandığı hendek çevresine diktim. Bugün hava her zamankinden daha ağır ve nemli olmasına rağmen içimdeki enerji yine Hyperion'un* tepesi kadardı. Bu belki kendi iç dünyamın eseriydi bilmiyordum fakat hiçbir güne umutsuz ve yenik başlayamıyordum.

Bugün de enerji günüydü. Karın doyurmak için enerji gerekiyordu, karın doyurmanın amacı da enerji kazanmaktı. Bu amaç uğruna ilerleyen adımlarım yavaşlayıp durduğunda çalılıkların arkasına gizlenmiş bedeni gördüm ve onu ürkütmeden yakalamak için ayaküstü bir plan yapmaya çalıştım. Eğer bu mesafeden oku atarsam öldürücü darbeyi vurabilmem pek mümkün görünmüyordu. Birkaç adım daha ilerleyerek daha uygun bir pozisyonda durduğumda birazcık kıpırdandı. Beni fark etmiş miydi?

Kalp atışlarım refleksif olarak hızlanırken onunla konuşup acıma duygumun önüne geçmek beni tahmin edemeyeceğim kadar zorlamaya başladı. İri gözleri yakarışla 'lütfen bana dokunma' diye beni sınadığında guruldamaya başlayan karnımın üzerine elimi bastırarak alt dudağımı dişledim.

"Özür dilerim fakat çok açım."

Hala aynı şekilde bana bakmayı sürdürürken geçen gün leşini bulduğum keçinin derisinden yaptığım çantamdan tahta oku çıkardım ve yayı iyice gererken kızıla dönük kahverengi tüyleri olan alageyiği nişan aldım. Yapabilirdim, artık içimdeki fobiye dur diyebilirdim, onları dinlemezsem, duygularıma söz geçirebilirsem mutlaka yapabilirdim.

Yay gerildikçe tüm dikkatim manyetik bir şekilde oraya toplandı ve kanımdaki adrenalin seviyesi hayal gücümün ötesine geçti. Nabzımı beynimde hissederken gözlerimi kapayarak titreşimi ve zamanın müthiş bir şekilde yavaşladığını fark ettim.

Alageyik kaçmıyor sanki onu vurmam için bekliyordu fakat aynı şekilde bana yalvarıyordu. Sesi tüm beynimde ekolanıp dağılırken onu susturmam gitgide daha da imkansızlaşıyordu sanki. Gözlerimi tekrar açıp yayı iyice gerdim ve kanlanan gözleri otların içinden çıkıp benim gözlerimle buluştuğunda ok da yaydan kurtuldu.

Hızlı, keskin, geri dönüşü olmayan ve genellikle acı veren.

Okların amacı yaralamak ve öldürmekti. Hedef gözetmeksizin saplandığı canlı şeyin ya canını acıtır ya da tamamen canını alırdı. Hisleri yoktu, kimseyi duyamıyor kimseyle konuşamıyordu. Belki de onu güçlü yapan özellikleri de buydu kim bilir? Benim aksime yapacağı şeyden emindi ve hiçbir şekilde tereddüt etmiyordu. Yaydan yani kuvvetten güç alıyor rüzgarın aracılığıyla hızlanıp saplanıyordu.

O, otların arasından hızla kaçıp giderken az önce alageyiğin saklandığı çalılıklara giderek ağacın gövdesine kabaca saplanan oku çektim ve koca bir çatlağa sahip olduğunu görüp yere attım. İşte güçsüz yanım bir kez daha baş göstermişti, kıyamıyordum. Vicdanım beni öylesine güçlü bir şekilde yönetiyordu ki bana verilen yeteneklerin çoğu zaman lanetim olduğuna inanıyordum.

Bugün de her zamanki gibi biraz yabani ot ve ormanın çıkışındaki çiftlikte yaşayan birkaç inekten aldığım süt ve peynirle idare edecektim.

➳➳➳

Genç adam içindeki öfkenin fokurdayışından olsa gerek gözlerinden ateş püskürerek hostese bakarken görevinin ilk gününde olan genç hostes ne yapacağını bilemiyordu.

"Efendim sizi anlıyorum fakat ekonomi sınıfındakiler hariç hiç boş koltuk yok."

Hayatının en bok gününü geçiren birine yapılacak en berbat şey belki de bu diye düşündü burun kemerini sıkarken. Business class olmasına rağmen koltuğu geriye yatmıyor ve on beş saatlik yolculuğu böyle yapacağı söyleniyordu. Mantıksız, şanssız ve oldukça sinir bozucuydu. Bugün yaşanan onca şeyin yanında devede tüy olmasa da bardağı taşıran son damla bu olmuştu işte.

wild child | myg  Where stories live. Discover now