vier ✿ wolves

4.4K 428 50
                                    

YOONGI

Neden hayatımda bir şey de düzgün gidip beni şaşırtmıyordu? Yedi büyük günahtan hangisini işlemiştim de böylesine acı bir şekilde cezalandırılıyordum bilmiyordum. Belki ikinci günah olan hayatımdaki çoğu şeye karşı beslediğim açgözlülükten nasibimi almıştım, ya da altıncı günah olan bir türlü hakim olamadığım öfkeden, belki de yedinci günah olan hayat felsefem tembellik benim sonumu hazırlamıştı. Ağlamak istemiyordum, ciddi anlamda buradan kurtulup şehir hayatıma dönmek istiyordum fakat hala daha kafamda Kore'ye dönmek yoktu. Çünkü oraya dönüp aynı şeylerle yüzleşmektense bu ormanda çürümeyi yeğlerdim.

Böyle bir yerde arabamı kim almıştı, ya da daha doğrusu alabilmişti aklım almıyordu. Bozuktu, biri tamir etmeden çalışması imkansızdı fakat belli ki burası o kadar da ıssız bir yer değildi ve arabalardan anlayan birileri beni hedef almıştı. Arabadan ziyade içindeki bavulumu ve giden eşyalarımı düşünüp daha da karalar bağlayacaktım ki vicdanlı hırsızın metal renkli orta boy bavulumu arabamın olduğu yere bıraktığını görüp az da olsa sevinebildim. Pekala, burada ne bok yiyecektim pek bir fikrim yoktu ancak en azından giyecek bir şeylerim vardı artık.

"Buradan nasıl gideceğim?" diye sordum bana düşünceli bir şekilde bakan Alex'e. Burada yaşadığına göre bu yoldan gidişi de biliyor olmalıydı.

"Çıkmaz yoldan mı bahsediyorsun?" diyerek beni garipsediğinde kendime hakim olamayarak okkalı bir küfür savurdum ve anında biçimli kaşları çatıldı.

"Siktir. Ne demek burası çıkmaz yol? Hayır, hayır, hayır, bu doğru olamaz!"

Omuzlarını silkerek kendi halinde takılan tuhaf hayvanın tüylerini okşarken büyük bir rahatlıkla "Bana inanmıyorsan yürüyüp kendi gözlerinle görmeyi dene. Ah, tabii görebilmen için birkaç gün yolda olmalısın, sorun olmaz değil mi?" dediğinde tüm vücudumun kasıldığını hissettim.

Burası Kanada'ydı. Daha da önemlisi şuan resmen koca bir Tayga ormanının içindeydim, erzağım, çeken bir telefonum, yol arkadaşım yoktu fakat vahşi hayvanlar, ne zaman yağmur yağacağı belli olmayan boktan bir iklim ve aklını kaybetmiş yabancı bir kız vardı.

Tüm bunlara rağmen benim kişiliğim tek bir olumsuzlukta pes edecek türden değildi, elimden geleni ardına koymaya niyetim yoktu ve gerekirse sonuna kadar gidecektim. Fakat bir taraftan da realistik olup burayla baş edemeyeceğimin farkında olmak gerçekten çok koyuyordu.

"Bana yardım etmeyecek misin peki?"

Durumum acizlikten öteye gitmezken bunları söylediğim için utanma evresini sonraya sakladım.

"Bak, sana söyledim." diye söylendi ayağa kalkıp ellerini beline yerleştirirken, "Burası çıkmaz yol ve ben başka bir yol bilmiyorum."

"Fakat yakınlarda bir yerleşim yeri olduğunun farkındasın." dedim yüzündeki tek bir mimik değişimi olmayışını kayıtsızca izlerken.

"Kendim oraya hiçbir zaman gitmedim." diye karşılık verdi bıkkınlık dolu ses tonuyla. "Ormana gelen kaçak odunculardan biliyorum."

Pekala, daha dün tanıştığım biri bana neden yalan söylecekti ki? Şuandaki tek yaptığım şey işi daha da yokuşa sürmekti, farkındaydım. Bu yüzden bana yardım eden birini daha fazla kendi bataklığıma çekmeyecektim.

"Ben..." diye söze başladım derin bir iç çekişle, "sanırım artık gitmeliyim. Teşekkür ederim, her şey için."

Sağ tarafa dönük bakışları bana dönerek öncekine oranla daha da koyulaşan mavi gözleriyle beni karşı karşıya getirdiğinde kalbime dolan titreme hissiyatını bastırmaya çalıştım. Ah, bana böyle odaklanıp bakarken konuşamıyordum.

wild child | myg  Where stories live. Discover now