Bölüm 8: Masal

1K 55 23
                                    

Yaprak uzun zamanın ardından teslim oldu rüzgâra

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Yaprak uzun zamanın ardından teslim oldu rüzgâra. İkisi de sessizliği koruyor, kuvvetle muhtemel bekleniyor fırtına.

Cahit garip duyguların gaip boşluğunda süzüle süzüle yürüyordu boş sokakta. Nereye? Evinin yolu ayaklarının ezberindeydi fakat kafasının içi başka başka ezberlerin yükselen sesiyle de çınlıyordu.

Kendi kendine vızıldamaya başladı, elleri üzerindekinin ceplerindeydi. "Ne alıp veremediğin var? Hiç. Zamansız atladın, dalgaların kurbanı oldun. Oldun mu? Bu da belli değil. Dalma, hiçbir denize öyle pat diye dalma. Kaç kere demedik mi Cahit Efendi?" Babasının gölgesi vardı bu söylediklerinde. Bunlar yalnızca zihninde mi yankılanıyordu yoksa sokağa mı sıçrıyordu, anlaşılmıyordu, farkında değildi düşüncelerini dudağına yöneltip yöneltmediğinin.

Yanından iki kadın geçip gitti. Bir kadınla adam daha geçti. Hâlâ yürüyordu. Yürürdü insan zaten hep, yürür giderdi bir yuvaya varana dek. Şanslıysa hiç zarar görmezdi, şansı biraz kırılsa yıkılıverirdi vardığı; yine yola koyulup yeni yuvalar arardı. İnsan kıyısında, köşesinde, içinde; dinlerken, izlerken, okurken ve hatta kokusunu duyduğunda iyi hissettiği ne varsa ona "yuva" derdi. Zamana, anlara işlenmiş bir sürü yuvacığı olurdu sonra. Bazısı yangınlarda küle döner, bazısını seller götürürdü, bazısı ayakta kalırdı, bazısı ayakta kalakalırdı.

Zühre'yi günlerdir görmüyordu, neredeyse bir hafta olmuştu. Koca bir hafta. Sağ elini cebinden çıkarıp saymaya başladı. Başparmak, saatini aldığı günden sonraki gün. İşaret parmağı, feci yağmur yağdığı gün. Orta parmak, sokağın ilerisinde kavga çıktığı gün. Yüzük parmağı... Bulamadı. Hafızası, kavga kafasının orta yerinde çıkmışçasına talan olmuştu, o günden sonrası karmakarışıktı.

Ya artık Zühre gelmiyordu, gelmeyecekti ya da Zühre geldiğinde Cahit orada olmuyordu. Gelmiyorsa neden gelmiyordu? Gelmesi mi gerekiyor, diye yakındı yüksek kaldırımdan inerken. Cebinin dışında sallanan eliyle bıyığını düzeltti. Yağmur çiseliyordu inceden.

Küçük bir şehirdi burası. Herkes herkesi tanımazdı belki ama herkes çoğu yolu bilirdi. Yolları bilmek, karşısına çıkan her kapıdan girme hakkı da şansı da tanımazdı insana elbet.

Karşıya geçti, arabalar yine tam o geçecekken çoğalmıştı. Söylene söylene ilerledi. Şehrin işlek kafelerinden en sık uğradığına gelmişti. Başından beri burası mıydı aklındaki? Hayır, aklına düşmemişti bile. Karşılayanlara gülümseyerek cevap verdi, her zaman oturduğu masaya gitti. Üzeri satranç kareleriyle dolu masa. Oturmadan önce çıkardığı ceketini sandalyenin arkasına astı, pantolonunun cebinden iki tane karanfil çıkarıp ağzına attı.

Gelen garsonu sade kahve ve zoraki bir gülümsemeyle uğurladıktan sonra satranç taşlarını dizmeye devam etti. Nasıl oluyorsa Cahit hep de sağdaki atı yerine koyarken geliyorlardı sipariş almaya.

Rüzgârınla KalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin