Bölüm 13: Günebakan

282 20 8
                                    

Rüyalar, aynı çağrının farklı sesleri

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Rüyalar, aynı çağrının farklı sesleri.

İki yakanın tam ortasındaydı. Ne İstanbul'du köprüsü sabretmekten usanmayan ne yüce duruşlu köprüsüydü İstanbul'un. Ne asılı kalmaktan yorulmuş basit bir kravattı ne kravatın çevrelediği o boğazda yutulamamış bir laf. Ararken kaçıyordu, neyi? Kaçarken düşüp duruyordu. Sonra gördü, içmekten ürktüğü suyu taşıyan, düştüğü kuyuydu. Aradığını bulamayışı, dalgalarda ters dönmüş kayığın içinde olmayışındandı çünkü nicedir kayığın kendisiydi, kayıptı. Kuyu da oydu su da, kendini dar bir kuyuda suya bulayan kayık da.

Issız, yakınsız düşlerden kopan parçalar dünyanın türlü yerlerine yayılıp zihinlere girdi, bambaşka düşlerle bir olup tamamladılar birbirlerini. Böyle, bir bütünün parçalara ayrılması onu eskisinden daha tam hâle getirebiliyordu. Kendini insanın avucuna bırakan, ayaklarının altına atan fedai zaman, var gücüyle de hep insanı koruyup kolladı, sarmaladı.

Zühre gördüğü uysallığa kanıp her şey duruldu sanırken, bacaklarına uzanmış beden sarsılmaya başladı. Cahit öğürüyor, soğuk betonun üzerinde kıvranıyordu. Paniğe kapılmış hâlde ayaklanıp Cahit'i doğrultmaya çalışırken bir yandan çantasının içinde telefonunu aradı. Bir şekilde taksi çağırabildikten sonra hastaneye varabildiler. Tüm bu süreçte Cahit ne kadar kendinde değilse Zühre de o kadar farkında değildi olanların, ancak serumun damlalarını izlerken kavrayabildi. Her şey olurken gri bir rüya kapılarını açıp içeri alırdı onu ve uyuduğuna emin olurdu; hiçbir şey olmazken, o grilik tarafından paçavra gibi kusulurdu ve yaşam müthiş bir önemle bacaklarına sarılınca dipdiri bir gerçekliğin içinde olduğunu sanma yanılgısına saplanırdı. Şimdi gri bir rüyanın içerisinde değildi, yaşamsa pek uzağında duruyordu. Bu sessizlikten yüz bularak uzun uzun Cahit'e baktı.

Serumu kontrol etmeye gelen hemşire gidince Cahit'in gözleri aralandı. Zühre'yi yanında bulmanın sevincini yaşarken etrafa bakındı. Başka bir yere dokunması yasaklanmış gibi omzundaki çantanın sapını iki eliyle sıkıca tutan Zühre, yatağın başına yaklaştı. "İyi misin?" diye sordu sakince. "Tansiyonun çok çıkmış. Ateşin de çok yüksekti." Söylediklerinin anlaşıldığından emin değildi ama devam etti. "Biraz kustun. Ateşini fark etmiştim ama böyle olacağını tahmin edemedim hiç, birden kötüleştin. İyice dinlenmen gerekiyormuş şimdi."

"Sen beni anladın mı?" Sesinin kısıklığına kendi de şaşırdı, istifra etmekten tahriş olmuş boğazı yanıyordu.

Başını sallarken serbest bıraktığı elini Cahit'in alnına koydu, ateşi düşmüştü. "Anladım."

Cahit sabaha doğru ayağa kalkabilecek güce ulaştığında hastaneden çıkıp taksiye binene dek pek konuşmadılar. Cahit'in evi şehrin merkezine daha uzak olduğundan ve Zühre'nin güçlü ısrarıyla aynı yere dönmüşlerdi, Zühre'nin evine. Hava aydınlanmak üzereyken yukarı çıktılar. Kapıyı açtıktan sonra, başka seçenekleri de varmış da gözü görmez, yön bilemez hâle gelip tüm duyarlılığını yitirmiş gibi duran misafirine özenle içeriyi işaret etti.

Rüzgârınla KalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin