Bölüm 3 - Tek Kelime

48 8 0
                                    


1 HAFTA ÖNCE – KAZAYA 4 SAAT KALA

 Biraz daha oyalanırsam geç kalacağım diye düşündü. Çekmeceleri bir açıp bir kapatarak arabasının anahtarını bulmaya çalıştı. Dün akşam eve geldiğinde anahtarı girişteki sehpaya bıraktığını hatırlıyordu ama orada bulamadı. Çok garip, diye geçirdi aklından. Salona geçip televizyon ünitesine ve orta sehpaya baktı ama yine bulamadı. Tam bu sırada telefonu çaldı. Girişe bıraktığı çantasını açıp telefonu aramaya başladı. Neredeydi şu telefon! Kısa bir uğraş sonucunda telefonunu buldu ve arayan numaraya baktı. İş arkadaşıydı arayan. ''Şimdi çıkıyorum, arabamın anahtarını bulamıyorum bir türlü.'' diye cevapladı aramayı. Bir eliyle eşyaları kaldırıp anahtarın altlarında olup olmadığına bakıyordu. ''Çoktan gelmişsindir diye düşünmüştüm.'' diye konuştu arkadaşı, ''Biliyorsun bugünkü toplantı şirket adına çok önemli.'' Elbette biliyordu, unutkanlığı ve dağınıklığı için kendinden nefret etmeye başladı. ''Geç kalmam merak etme. 20 dakikaya ordayım.'' dedi ve karşısındakinin cevabını bile beklemeden telefonu kapatıp çantasına attı.

 Yapacak bir şey yoktu, arabasından vazgeçip taksiyle gitmeye karar verdi. Vestiyerden ceketini almak için elini uzattığında yan askıdaki monta elinin değmesiyle birkaç ufak metalin birbirine değince çıkardığı türden bir ses geldi. Montun cebine elini daldırıp baktığında bunun aradığı anahtar olduğunu gördü. İyi ama dün akşam bu montu giymemiştim ki ben diye düşündü. Hem zaten aylardan hazirandı, bu sıcakta ne montu? diye geçirdi kafasından. Neyse, dedi kendi kendine, bunları düşünecek vaktim yok zaten geç kaldım, diyerek ayakkabılarını giydi ve dairesinden çıkıp kapıyı kilitledi. Hızlı adımlarla arabasına ilerledi ve daha fazla zaman kaybetmeden yola çıktı.

 Şirket otoparkına arabasını park ederken toplantı saatine 7 dakika vardı. Asansöre bindi ve aynada dağılmış halini görünce saçlarına ve kıyafetine elinden geldiğince çekidüzen verdi. Kata geldiğinde koşar adımlarla masasına gitti ve çantasını bırakıp gerekli dosyaları aldığı gibi toplantı odasına geçti.

 Toplantı yaklaşık 2 saat sürmüştü. Toplantı bitiminde herkes dağılırken sabah telefonda konuştuğu arkadaşı yanına gelip ''İyi misin? Solgun görünüyorsun.'' dedi. Solgun göründüğünün farkında değildi sadece yorgun hissediyordu kendini. ''İyiyim, gece pek uyuyamadım ondandır.'' diye geçiştirdi. Masasına geçip öğle arasına kadar işlerine odaklanıp çalıştı. Nihayet yemek saati geldiğinde yorgunluktan bayılacağını düşündü ve arkadaşıyla birlikte şirket binasının karşısındaki restorana geçip sabah da kahvaltı yapmadığı halde ufak bir salata kasesinin yarısını anca bitirip 2 fincan kahve ile midesini doldurdu. Her gün olduğu gibi arkadaşıyla ufak bir şirket dedikodusu da yaptıktan sonra kalktılar. Şirkete döndüklerinde hala vakitleri vardı, bu yüzden biraz kafa dinleyip yalnız kalmak için binanın çatı katındaki geniş oturma alanına gitmeye karar verdi.

 Kimse yoktu. 18 katlı binanın bu noktasından bütün şehir görünüyordu. Hava nefisti; hafif hafif esen rüzgar, tatlı tatlı ısıtan güneş... Koltuklardan birine oturup ayakları altında olan bu seyir zevki yüksek şehri izlemeye başladı.

 Oturduğu yerin arka taraflarından bir şeyin devrilme sesi geldi kulaklarına. Arkasına dönüp baktı ama hiçbir şey göremedi. ''Kim var orda?'' diye seslendi, cevap alamadı. Ayağa kalktı ve sesin geldiği yöne doğru yürüdü. Yerde yuvarlanan ufak boş bir çiçek vazosundan başka bir şey yoktu. Etrafta kendisinden başka kimse de görünmüyordu. İlerleyip vazoyu yerden aldı ve yanındaki masanın üzerine koydu. Bu sırada gözüne masanın ayağının yanında duran bir kağıt çarptı. Eğilip kağıdı aldı ve incelemeye başladı. Mavi renkli, kare post-it'lerden biriydi. Kırmızı kalemle üzerine yazılmış olan o tek kelimeyi okudu:

''ARKANDAYIM''

TERSİ ÇIKMAYAN KABUSLAR GECESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin