17

78 8 2
                                    

Arden'in işaretinden sonra Semih parmaklarını durdurmaya çalıştı. Ancak bir anda, hayalinde annesini görmesi sinir sistemini altüst etmişti. Birkaç kez parmaklarını durdurmaya çalıştı ancak beceremedi. Parmakları tamamen kontrol dışı hareket etmeye devam etti.

Durumu fark eden Arden, ellerini yavaşça Semih'in ellerine doğru uzattı. Bileklerinden tutup havaya kaldırdı. Ardından iki elini birleştirerek Semih'in hareket eden parmaklarını kendi avuç içlerine hapsetti. Kısa bir süre daha devam eden titreme daha sonra yavaşlayarak sönümlendi.

"Kıyamam ben sana. Ne oldu böyle Semih!"

Semih, biraz utangaç biraz çekingen bir tavırla,"Ben..."dedi,"ben bilmiyorum ne oldu. Gözümün önüne bir görüntü gelince etkilendim sanırım."

Arden, derin bir şefkatle ellerini tutmaya devam etti."Rahat ol,"dedi,"bak ben yanındayım. Şimdi bana ne gördüğünü anlat hadi."

Semih, bir süre sessiz ellerinden tutması rahatlatmıştı. Bir yandan bir çocuk gibi kendisini Arden'e bırakmak isterken öte yandan direnmeye çalışıyordu. Ancak daha fazla direnecek gücü kendinde bulamadı."Annem,"dedi,"annemi gördüm sanırım..."

Arden, şefkat gösterisine devam edecek gibiydi. Hızlıca masanın karşısındaki sandalyesini Semih'in yanına taşıdı. Yanına kadar sokuldu. Yeniden ellerini tuttu ve "Korkma lütfen,"dedi,"ben yanındayım. Hadi anneni anlat bana."

Semih için yelkenleri suya indirmenin vakti gelmişti. Başına hafifçe Arden'in omzuna yasladı. Arden'in saçları yüzüne değdi. Değen her bir saç teli Semih'e uzun zamandır tatmadığı bir his yaşattı. Gözlerini yeniden Beyaz Ev'e dikti. Bir psikoloğun terapi seansındaymış gibi az önce gördüğü hayali anlattı.

Arden merakla dinledi. Dinlerken Semih'in rahatlaması için sık sık bileklerini okşadı. Semih, masum bir çocuk gibi kıvrılmıştı artık. Arden'e bırakmıştı kendini. Yıllardır annesinden ayrı kalmasının yasını Arden'in kollarında yaşıyordu. Sanki annesiymiş gibi Arden'e sığınıyordu.

"Tuhaf şeyler yaşıyorum Arden. Çok tuhaf şeyler."

"Neler yaşıyorsun? Annenle mi alakalı hepsi?"

"Bilmiyorum. İki gecedir evde garip şeyler oluyor. Gerçek mi kabus mu ayırt edemediğim şeyler."

Arden iyice meraklanmıştı."Korkutma beni Semih. Ne gibi şeyler?"

Semih, birden hızlıca konuşmaya başlamıştı. İki gecedir yaşadıklarını üstü kapalı bir şekilde Ardene anlattı. Olanları anlatırken Arden'in kendisinden, akıl sağlığını yitirmiş olmasından şüphe etmesinden de korkuyordu.

"İlaçların... İlaçlarını aldığına eminsin değil mi?"

"Elbette eminim. Hatta bu sabah bulduğumda darmadağındı ilaçlar. Tıpkı geceleyin dağıttığım gibi."

"Gerçekten çok ilginçmiş Semih. Yani çocukken dinlediğimiz korku dolu gizemli hikayelere benziyorlar."

"Dahası da var biliyor musun?"

"Nasıl yani dahası?"

"2-3 gündür ormanda insan parçaları bulunuyor."

Arden bunu duyunca irkildi."Ne? İnsan parçaları mı? Cesetler mi yani?"

"Tam olarak ceset de denilemez. Parçalar işte. Kol, parmak ve son olarak kulak."

"E cesetleri yok mu? Yani kimin parçaları?"

"Bilmiyorum. Polisler de bunu araştırıyorlar. Henüz bulunmuş bir ceset yok. Varsa da benim haberim yok."

Bu cümlenin üzerine Arden gerilmişti. Sustu. Herhangi bir karşılık vermedi. Semih ile konuşurken bir önceki buluşmada olduğu gibi kucağına oturan hadesin kuyruğu ile oynuyordu.

Semih, Arden'in omzuna yasladığı başını hafifçe kaldırdı. Yarı gülümser bir şekilde,"Neden sustun? Korktun mu yoksa?"diye sordu.

Arden,"Sence korkulmayacak bir durum mu?"diye karşılık verdi,"içim bir tuhaf oldu."

Kötü olma sırası Arden'e geçmişti sanki. Semih, rolleri değişmenin zamanı geldi diye düşündü. Tamamen doğruldu ve sataşır bir ses tonuyla,"Aman sen korktun mu benden? Aman bu çocuk beni de ham yapar diye mi çekindin?"diyerek dalga geçti.

Ağzından böyle kelimeler çıktığı için kendisine hayret ediyordu ama Arden'in yanında hareketlerini kontrol edemediği aşikârdı.

Arden,"Ya Semih bu işin şakası mı olur,"diyerek tepki gösterdi.

Semih,"Açıklayamadığın her şeyin şakası olur,"dedi ve Arden'in saçlarına elini uzattı. Yavaşça kendine doğru çekti. Arden, sanki bu anı bekliyormuş gibi başını Semih'in göğsüne yasladı.

"Semih... Üzülme olur mu? Ne yaşarsan yaşa, yanıma gel. Ben her zaman destek olurum sana..."

Semih, Arden'in saçlarını okşadıktan sonra,"İyi ki varsın,"dedi,"söz... Ne yaşarsam yaşayayım hemen yanına geleceğim..."

Akşam karanlığı çökere kadar birlikte vakit geçirdiler. Daha sonra Semih ayrıldı. Yürüyerek Beyaz Ev'in yolunu tuttu. Yol boyunca yaşadığı anı düşündü. Annesini en son hatırladığı sahne bir anda gözünün önünden geçmişti. Yıllardır bu anı anımsamıştı. Neden durduk yere ortaya çıkmıştı?

Kendi kendine fikir yürütmesinin sonucunda durumu Arden'e bağladı. Arden ona, yıllardır yaşayamadığı bir hissi yaşatmıştı. İçinde bir hoşluk, yüreğine bir sıcaklık ortaya çıkarmıştı. Kabul etmek istemese bile Arden'den hoşlanmaya başladığını çok iyi biliyordu.

Eve döndüğünde Halil tüm sevecenliği ile Semih'i karşıladı."Akşam yemeğini hazırlamamızı ister misiniz Semih Bey?"

Semih,"Canım pek istemiyor Halil,"diye karşılık verdi,"teşekkür ederim."Tam yanından ayrılıp odasına gidecekken durdu. Arkasını döndü ve "Annem,"dedi,"annemin odasına götürür müsün beni Halil."

Halil,"Memnuniyetle efendim,"diyerek yol gösterdi. Birlikte üst kata çıktılar. Koridordan sağa döndüler. İki kapı geçtikten sonra Halil durdu. Arka arkaya olan üç kapıyı gösterdi. "Bu kapıların hepsi annenizin odasına açılıyor,"dedi.

Semih kapılara baktı. Annesinin odası ile kendi odası arasına merdivenler giriyordu. Ayrıca üç kapı birden olmasına şaşırdı. Merakla kapılara bakarken Halil aklından geçenleri okumuşçasına açıklama yaptı.

"Annenizin odası üç bölümden oluşuyor. Birisi yatak odası gibi kullandığı kısım, ikincisi dinlenme odası olarak kullandığı bölme, üçüncüsü de kütüphanesi. Anneniz vefat ettikten sonra sadece temizlik yaptık. Onun dışında her şey yerli yerinde duruyor."

Semih ilk kapıyı açtı. Karşısında yine ahşaptan özenle yapılmış dekorlar duruyordu. Birbirine paralel dizilmiş raflar kitaplarla doluydu. Rafların tam karşısında bir okuma koltuğu, bir sehpa, bir de çalışma masası vardı. İlk olarak rafların arasına girdi. Çoğunlukla romanlardan oluşuyordu ve gerçekten de eline aldığı her kitap birinci baskıydı.

Kitapları kurcalarken altı çizilmiş cümleleri gördü. Cümleleri teker teker okudu. Sanki o cümleleri annesi söylüyormuş gibi zihninde yankılanmalar meydana geldi. Bir kitabı bıraktı, diğerini aldı. Rastgele sayfalardan annesini dinledi. Annesi, yıllar öncesinden ona mesajlar yolluyor gibiydi.

Rafların arasından ayrıldıktan sonra okuma koltuğuna doğru yürüdü. Yavaşça koltuğa oturdu. Hemen yanı başında duran sehpaya baktı. Gözleri sehpanın üzerindeki kitaba ilişti. Oscar Wilde'nin Dorian Gray'in Portresi isimli kitabıydı. Kenarları eski, saman kağıdı rengindeydi. Arasında bir tane kurşun kalem duruyordu. Heyecanlandı. Annesinin son okuduğu kitap bu kitap olabilirdi.

Narince kitabı eline aldı. Kapağına dokundu. Ardından kurşun kalemin bulunduğu sayfayı açtı.

Kurşun kalemin bulunduğu yerden sonrasını hızlıca kontrol etti. Bir çizik dahi yoktu. Öncesine baktı. Birçok yerine işaret konmuş, cümlelerin altı çizilmiş ve beğeni durumuna göre yıldızlar eklenmişti. En son çizdiği cümleyi merak etti. Yirmi ikinci sayfadaydı. Kurşun kalemin bir önceki sayfasındaki çizikleri gördü. Altı çizilmiş cümlenin yanında beş yıldız duruyordu. Parmaklarını satırların üzerinde gezdirerek cümleyi okudu.

"Kibrini okşayacak bir süs yerine koyuyor benim ruhumu, bir yaz gününde kullanıp atılacak bir süs."











İnönü'den Önceki Beyaz Ev | Semih KılıçsoyWhere stories live. Discover now