Bölüm 11|• "Saat ve Kan Damlası."

5.1K 556 168
                                    


Ne kadar iyi olursan ol asla dikkatleri üstüne çekme. Bu en büyük hatan olur. Her zaman küçük gözükmek zorundasın. Sessiz ol. Küçük adamı oyna. Aptalı oyna. Saf görünen zeki ol. Gördükleri ile karar verenler görmediklerine yem olurlar*, Şef bundan yıllar önce içi acıyla, öfkeyle, intikam ateşiyle dolu bir enkazın gözlerinin içine bakarak tam da bu sözleri sarf etmişti. Büyük bir yıkımın ardında kalan enkaz onu yeniden inşa edecek bu sözlerin ağırlığını henüz öfkesi o kadar sıcakken anlayamamıştı. Saatler birbirini kovalayıp takvimdeki tarihler büyürken zaman içinde o sözleri benliğinde özümsemeyi başarmıştı, lakin en ufak bir öfke anında her şey yine başından silinip gitmişti. Bir yaşamı kurtarmak için içlerinde kardeşlerimin de olduğu yüz küsur yaşamı hiç düşünmeden riske atarak bu sahnedeki en büyük aptalı oynamıştım.

Öfkemin ateşinden kulaklarım sağır, gözlerim kör olmuştu. O an ben vardım, öfkem vardı, gözlerimin önünde solup giden bir çiçek vardı... Onun ölüme kucak açışı, benim de geç kalışım vardı.

Akrep yelkovanı takip ediyor, bizleri de büyük bir felaketin içine doğru son sürat sürüklüyordu. Geçen her bir saniye onu daha çok öldürüyor, zaman kirli elleriyle saçlarımızı okşuyordu. Kimini karanlık ve kirli bir çukura atarken kimini bu pislik çukurundan hak ettiği beyaz diyarlara götürmek üzere yola çıkıyordu. Saniyeler geçiyor, bir kayıbın acı gerçeğini döktüğü her bir kan damlasında gözlerimin önüne seriyordu.

Kısacık bir anın tüm vücudumu öfke içinde kilit altına vurmasının somut kanıtıydı kaskatı kesilen bedenim, gitme demek için ona uzatamadığım elim, burada kal demek istedikçe düğüm olan dilim, nefes almak istedikçe aldığım nefesi bana zehir kılan ciğerlerim, vücuduma kan pompalamayı unutup onun yerine binlerce parçaya bölünen kalbim...

Öfkeyle ilk tanıştığımda içime sığmayacak kadar küçüktü bedenim, kanın ıslaklığını ilk hissettiğimde bu görüntüyü sindiremeyecek kadar temizdi gözlerim, gerçek hayat beni bulduğunda savaşamayacak kadar güçsüzdü günden güne iyi olmaya zorladığım bedenim. Yelkovan döndü, akrep onu takip etti, takvimden yapraklar eksildi, zaman acımasızca bize değdi, her şey bir anda değişti.

Yaşatmak istediğimiz her bir parçayı öldürdük, en çok da kendimizi. Değiştirmek istediğimiz ve bizi güçsüz kıldığını düşündüğümüz her bir zaafı içimizde özümseyip onu savaş meydanında kendimize siper ettik. Zaaflarımızdan korkmadık, aksine bizi zayıf kılacağından korktuğumuz her şeyi gücümüze güç katmak için lehimize kullandık. Çoğu zaman imkansız denileni başardık fakat zamana karşı koymayı asla başaramadık. Saniyeler bizden binlerce düş kopardı, öylece kaybı izlemekten başka bir şey yapamadık.

En güzel gülücükler, en derin yaraları saklar derdi annem hala hayattayken. Yokluğunun yirmi ikinci yılındayken bile hala haklıydı. Gördüğüm en güzel gülüşü gözlerimin önünde sergileyen o dudaklardan akan kanlar bu sessiz kızın içine hapsetmek zorunda kaldığı yaralarıydı. Sustuğu her şey bıçak olup bir kesik açmıştı kalbine, akıttığı her damla gözyaşı daha da büyütmüştü o yarayı. Tam da şu anda her şey bitip gitmek üzereyken içine sığdırdığı dünya kadar acı güzel gülüşünü sergilediği dudaklarından yağmur olup yağmıştı. Acı, gökyüzünü kanın koyu kızılına boyamıştı.

Yeşillerinde bir orman vardı birkaç saniye içinde yanıp kül olan, ateşi sönen ve karanlığa boğulan. Kapalı gözlerinden kanlı yanaklarına doğru yaşlar süzülürken cılız vücudu tir tir titriyordu. Başı sol yanına doğru düşmüşken solmuş bir gülün buruk hüznünü temsil ediyordu. Dudaklarından kanlar süzülüyor, kanıyla yıkanan göğsü şiddetle inip kalkıyor, baygın yatan kız boğuluyormuş gibi sesler çıkarıyordu. Bir saniyelik hata onu acı içinde kıvrandırmış, bir saniyelik geç kalış onu ölümle savaşmak zorunda bırakmıştı.

YASAK DENEYWhere stories live. Discover now