11. BÖLÜM Kabullenememe Durumu

242 30 47
                                    

11. BÖLÜM KABULLENEMEME DURUMU

20 gün sonra

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10...

Boğazım, gözlerim ve kurumuş dudaklarım yanıyordu hissediyordum ama aldırış etmedim devam ettim bu küçük odada, yatağım da günlerdir yaptığım şeye devam ettim. Sadece tavanı izliyordum sayı sayarak günlerin geçmesini ve hemen yaşlanmayı umut ederek ölmeyi sevgilisini nasıl beklerse insan, öyle ölmeyi bekliyordum bu yatakta bu odada. Ne tek bir kelime ediyor sayı saymaktan başka ne de bir yudum su içmiyordum canım hiç bir şey yapmak istemiyordu sadece, bu yatakta boş boş tavanı izlemekten başka bir şey yapmak istemiyordum. Zaten öyle de yapıyordum bilmiyordum kaç gün geçti ya da ay kimseyle görüşmüyordum kimseyi eve kabul etmiyordum gelen telefon aramaları yüzünden, telefonumu en son kırdığımı hatırlıyordum daha fazlası yoktu işte. Günlerdir böyleydim yaşayan bir beden sadece nefes alan bir bedenden daha fazlası değildim canımın acısı bile yoktu artık, hissedemiyordum hiç bir acı hiç bir ses duyamıyordum sanki kendime küçük bir dünya yaratmıştım onun ölüsü ile uyanıyor ölüsü ile yatıyordum, uyuyordum. Ne o ne ben bundan kurtulamıyorduk gitmesine izin vermeyi istiyordum ikimizin iyiliği için bazı geceler sesini duyuyor o denli deliriyor, bazı geceler onu yanımda hayal ediyordum. Her düşündüğüm de önce kalbime bir ağırlık çöküyor sonra ellerim üşüyor ve boğazım yanıyordu Refhan Araslan dudaklarım bunu içten söylediğin de bile, yanıyordu sanki üşüyordum çok üşüyordum. Yaz bitiyordu kış geliyordu ve onun ölümünün soğuk kucaklayışın da daha kış gelmeden buz tuttum yaz aylarının ortasın da ben üşüdüm, ama ne ellerimi ısıtacak elleri ne de bu kırgınlığı kıracak gözleri vardı... Onun yerine kahverengi bir toprak ve mezar taşı vardı geriye kalan ne elleri, ne yaramaz gözleri ne de o haylaz gülümsemesi hepsi bir kara toprak olarak, karıştı avuçlarım içerisine. Benim mezarım bu odaydı onun mezarı toprak farksız değildi ben kendimi buraya kilitledim o ise oraya ben burada nefes alarak ölüyordum o ise, nefes almayarak uyuyordu derin uyuyordu üşüyordum onun bıraktığı acının içerisin de her gün biraz daha kendimi yitirirken nefes almaya çalışmaktan ve her aldığım nefes te boğuluyor gibi hissetmekten üşüyordum. Canım yanarken üşüyordum hergün karnım ağrıyor burnum kanıyor ve tenim git gide sararıyordu ama bunların bir tanesini bile önemsemiyordum, çünkü tüm renkler gitmişti onunla birlikte ayağa bile kalkacak gücüm yoktu belden aşağım tutmuyordu sanki ayağa kalktığım saniye dizlerimi yerde buluyordum. Kanatları kırılmış bir melek gibiydim bu odadan başka bir yere gidemiyordum düşünüyordum çok fazla şeyi aynı anda aynı saniye de düşünüyordum, dediği her kelime beynime resmen işkenceler ederek kazıyordu kendini.

" Mezar taşını sevdim bir zamanlar saçlarını sevdiğim kadının "

Gözyaşları daha fazla akamadı çünkü bitmişti ağlamaktan artık gözyaşı bile akmıyordu yoktu sadece burnumun ucu sızladı, bu söylediği anı hatırlayarak burnumun direkleri acıdı şimdi tam tersiydi şimdi bu kelime onun için vardı yeniden döküldü ama benim dudaklarımdan farklı kelimeler ile.

" Mezar taşını sevdim bir zamanlar saçlarını sevdiğim adamın "

Önce kelimeler sonra biz öldük şarkımız ise yaşıyordu bu hikâyeden tek sağa çıkanı oydu... Kelimeler yalnızca zihnim de kaldı dudaklarımdan öpüşünün izi bile silinmişken şarkımız hâlâ öylece hiç bir yara almayarak duruyordu. Benim için sadece hoşuma giden üzüldüğüm de sığındığım o şarkının başlangıç saniyeleri bile canımı yakacak dereceye ne zaman gelmişti? Ben ne zaman bu kadar sığındığım şarkıdan acı ile tenimin yanmasını hissederek kaçıyordum duyduğum saniye o piyano melodisi tenime işliyordu işkence gibiydi o melodiyi duymak adeta canımın gerçekten tenimin gerçekten çekildiğini hissediyordum. Bu his normal değildi bir melodi bu kadar can yakmamalıydı tatlı bir şarkının hafif melodisi boğazıma dizilemezdi dinlerken, benim yatakta öylece salınmama izin vermemeliydi bir şarkı bedenimi piyanonun melodisi gibi narince nazlı nazlı sallıyor ve ben o acının içerisin de kendimi süzülürken buluyordum. Kurumuş dudaklarım banyodan gelen su sesi ile kendini tazeleyerek ıslattı böylece o şarkıyı zihnimden atabildim, zar zor bu yatağa resmen yapışmış bedenimi yatağımın başlık demirlerinden destek alarak kaldırmaya çalışıyordum. Yürüyemiyordum bile belden aşağım adeta yokmuş ya da uyuşuk gibi hissediyordum bildiğin gerçek anlam da, yere sürüne sürüne ilerliyordum banyoya çünkü bacaklarım o günden beridir pek fazla hareket edemiyor istesem bile bir işlev yapamıyordum. Ama bu durumdan korkmadım çünkü artık kaybedecek hiç bir şeyim yoktu bir ya da iki bacak kaybetsem neye zarardı ki? Benim zaten içimde ki o çocuğu kaybetmiştim bu bacaklarımın bu durumda olmasından daha da canımı yakıyordu. Banyoya kulaklarıma gelen nefes seslerim ile ulaştığım da canım yanıyordu bacaklarım sanki kopmuş gibi yanıyordu galiba, bu yataktan artık çıkmam için acil bir uyarıydı bedenimden bana. Ama ben önemsemiyordum bu son günler de kimseyi önemsememe duymama huyum ortaya çıkmıştı ben, ben hicran olmaktan çıkıyordum ben değişiyordum korkuyordum, üşüyordum ben çok üşüyordum. Bu soğukluğu kıracak kimse yoktu onun bal rengi güneşi anımsatan gözleri dışında sanki onun gözlerinin renginde saklıydı gün aydınlığı, ve ben kendi dünyamın güneşini kaybetmiş o gökyüzüydüm. Sürekli geceydi tüm günlerim aylarım saniyelerim sürekli karanlıktı ve ben bu karanlık içerisin de kendimi her gün biraz daha yitiriyor, ve ölümünün soğuk kucaklayışın da her gün biraz daha ölüyordum kendimi bu kucaklamaya bırakmak daha basit geliyordu. Banyoda açık unuttuğum musluğu kapatmaya gücüm bile yoktu kollarımı bile kaldırdığım zaman acıyordu bedenim sanki iflas etmek istercesine artık, kendini bırakmıştı ve ben bu bedenin içinde ki o yük olan ruhtum. Ben kendim değildim banyoda ki ışığın izin verdiği kadar aynada ki yansımama baktığım da beyaz tenim çok solgundu sanki mezarın altında günlerce uyumuşum da, çıkmışım gibi bir solgunluk vardı göz altlarım mordu onu son kez gördüğüm gibi benim de göz altlarım mordu uyuyamıyordum gözlerimin içi bu yüzden kan çanağı tabir-i ne kadar doğruysa ona dönmüştü siyah saçlarım dağınık ve kendinden habersiz şekil de öylede duruyordu. Bu aynada ki bana bakan gözler benim değildi uyayamıyordum onun yüzünü son kez gördüğüm an her saniye aklıma geliyordu göz kapaklarımı kapattığım saniye, onun ezberlemeye çalıştığım o solgun yüzü haylaz bakışlarından eser kalmayan yüzü aklım da hemen beliriyor ve geceleri bana zehir ediyordu ben bazen kendimi kaybediyor ve etrafım da olan biten herşeyi yıkıyordum. Ben onun yüzünü görmek istemiyordum ben onun o solgun yüzünü istemiyordum ama aklım aklım! Deliriyor gibi hissediyordum konuşamıyordum yürüyemiyordum dudaklarım, dudaklarım tıpkı onun gibi mordu tıpkı son kez o güzel yüzünü gördüğüm gibi o mezarın altın da ben ise tam üzerinde uyuyorduk. Dudaklarımın morluğunun geçmesi için hiç yapmayacağım hatta dokunmadığım o kırmızı renkte ki ruju aldım, sürdüm morluk gitsin diye sürdüm onun dudaklarını hatırlamamak için sürdüm, sürdüm geçti önce morluk sonra acılar geçti işte aynada ki hiç tanımadığım o kıza bakarken gülümsedim bunlar gerçek değildi o haylaz adam hiç gelmedi ben yine yurt dışında hayal ediyordum kesinlikle! Bunun başka bir izahı olamazdı hayır ben bunu kabullenemezdim bu kadar basit ölemezdi bir insan hayır, dudağımda ki kırmızı ruju aynada ki bana gülümseyen kıza karşı sildim önce dudaklarımdan yanaklarıma daha sonra ise parmaklarıma bulaştı kan gibi, kan gibi... Bahçe, ela gözleri, bıçak, kan, mermer! Kan! Kan! Kan! Kırmızı, kırmızı kan tıpkı dudaklarımda ki gibi kırmızı tıpkı parmak uçlarım da olan renk gibi kırmızı. O, o ölüyor o gidiyor kan akıyor mermere, kan aktı bileklik bilekliği bana verdiler ben aldım şarkımız, şarkımız.

GÖMÜLÜR 2Where stories live. Discover now