I - XXXIV

17 2 15
                                    

H A K A N

20 Aralık 2005
Salı
Varnata, Avarya

Başkentin büyük caddelerinde insan seli akarken rüzgârın etkisiyle gömleğinin etekleri uçuşan Hakan soğuk havayı korkunun ateşiyle yanan ciğerlerine çekti. Onun için hazırlanmış helikopter parti binasının terasında emre amadeydi. Ne bir kurmay vardı içeride ne de bir koruma. Üç kişi olacaklardı: o, yardımcısı ve pilot... Hakan içeri girince helikopter üzerinde "H" yazan alandan gürültüyle havalandı ve etraftaki tozları uçurdu.

Bir yandan Almanya'daki dostlarını arıyor, diğer yandan camdan giderek uzaklaşan ve daha çok şey görmenin mümkün olduğu ışıklı Varnata manzarasını seyrediyordu. Sinesinde can yahut hürriyet korkusunu gölgede bırakan bir sızı vardı. Gözleri dağlanıp sevgilisinin şehrinden kovulmuş bir âşık gibiydi. Bir zamanlar yönettiği ülkenin sınırlarına bir daha giremeyecekti. Bu gerçek onu tekrar tekrar mağlup ediyor ve benliğini ağır kayalar altında eziyordu.

"Hızlı olalım," dedi pilota, boğazını temizleyerek. "Bir an önce hava sahasından çıkalım."

Almanya'dan kimseye ulaşamadı. Telefon bir türlü çekmiyordu. Hakan bunun sebebini sorduğunda pilot uçuş güvenliği için sinyal kesici prosedür uygulandığını söyledi. Daha önce helikoptere değilse bile özel uçağa bindiği halde böyle bir şeyi hiç duymayan başbakan içinde bulunduğu durumun eşsizliği nedeniyle bunu hiç sorgulamadı. Derken manzaranın tekrar yaklaşmaya başladığını fark etti. Uçarkağan Havaalanı'na doğru alçalıyorlardı.

"Niye iniyoruz? Bir sorun mu var?" diye sordu telaşla.

"Hayır, hiçbir sorun yok."

Helikopter havaalanına inince içeriye onlarca polis doluşup Hakan Vult ve yardımcısını tutuklamadan önce "Murat Sındırlı'nın selamı var," dedi bir AVİS ajanı olan pilot, gülümseyerek.

Sabah öğlene dönerken Vult ailesinin villası hareketsizdi. Şoför işten çıkıp ortalıktan kaybolmuştu. Mohaç ve Mari kendi evlerinde valiz topluyordu, çalıştıkları şirketlere istifa dilekçeleri vermiş, küçük kızlarıyla birlikte Avarya'yı terk etmeye hazırlanıyordu. İda ve Görgü salon koltuğunda çökmüş bir hüzünle oturuyordu. Aslı eylemden sonra villaya dönmemiş, merkezdeki eve gitmişti. Dışarıda gazeteciler dolaşıyordu. Mahkemeye kadar evden çıkmak, bir basın mensubuyla karşılaşmak istemiyordu İda. Hakan'a kızgın olsa da ondan boşanmayı düşünmüyor, zor bir günde bir tekme de o atmak istemiyordu. Ayrıca geride kalan malı mülkü yönetecek birisi lazımdı.

Klasik tasarımlı ahizeli telefon susmuyordu fakat açacak gücü kendinde görmüyordu İda. Eski nesillerden miras kalan antika eşyalarla dolu dolaba dalgın dalgın bakıyordu. Telefon bu dolabın yanındaki sehpanın üzerindeydi, diğer tarafta sehpanın bir eşi vardı, bir de bir gramofon. Arayan Hakan'ın dostları yahut kardeşleri ve kuzenleriydi, diğer Vult'lardı.

"Sen konuş," dedi kadın, Görgü'ye. "Desteğe ihtiyacımız olduğunu, Tina'nın kafayı yediğini, Mohaç denen korkağın da kaçtığını söyle. Sadece bir oğlumuz varmış bizim!"

"Ağabeyim konusunda haklısın ama Tina için böyle konuşma anne."

İda, Görgü'nün parmağındaki nişan yüzüğüne bakarak "Sen hâlâ onunla evlenebileceğini mi düşünüyorsun?" dedi.

Diğeri, uzun boyu yüzünden annesine bakmak için bakışlarını indirerek "Evleneceğiz," dedi.

"Hayal âleminde yaşıyorsun. Görmüyor musun, yapayalnızız. İkimiziz."

"Babamın Tina'ya yaptıklarından sonra böyle olacağı belli değil mi?"

Bu sırada tekrar çalan ev telefonunu açıp konuşmaya başladı.

Avarya OyunlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin