Bölüm 2

40 11 18
                                    




**Umm merhaba... Evet biliyorum biliyorum Ruhların Arayışını bitirince yazmaya devam edeceğimi söylemiştim fakat bir şeyi farkettim ki o da benim bu hikayeyi gerçekten yazmak istiyor oluşum :D Ruhların Arayışı bitmediği sürece istediğim zamanlar bölümleri yazacağım belki haftalar sonra da bölüm atabilirim bilginiz olsun kesin bir süre yok :D Neyse ben yeni bölüme sizi göndereyim umarım beklediğinize değer.**

***

*Nerede kaldığımızı kısa bir şekilde hatırlayalım.*

Nicolas ise keyifi yerine gelmiş dik bir şekilde denize doğru bakıyordu, dalgalar bugün şiddetliydi ve karaya vuruş sesleri kalenin içine çok kısık bir seste geliyordu. O sırada rüzgar kısa bir anlığına hızlandı, deniz dalgaları yıllardır yapmadığı bir hızda karaya vurmaya başladı, kurtların ulumaları etrafı doldurdu. Ardından mistik, ne olduğu anlaşılamayan bir ses kulaklarda yankılandı. Bir süre sonra ulumalar durdu, deniz eski dinginliğine geri döndü rüzgar yavaşladı ve yavaşça etrafta dolanmaya devam etti, Ancak herkesin aklında bir soru vardı.

Bu ses neydi ve neden ortaya çıkmıştı?

***

Sabahın ışıkları tekrardan Seheriumu aydınlatmaya başlamış, gecenin soğuk havası hâlâ etrafta dolanırken güneş, soğuğu tekrardan sıcağa çevirmeye başlamıştı. Hâlâ tam olarak sabah değildi, güneş yavaşça ortaya çıkıyordu ve etraf hâlâ karanlık içinde kalmıştı, bu sırada Valar yavaşça gözlerini araladı.

Gözlerinde dünden kalan keder anlaşılabiliyordu, vücudu rehavete kapılmış onu yerine çiviliyordu, Valar hayattan bir kere daha nefretini açıkca içten bir şekilde dile getiriyordu, yaşadığı her şey bir çocuğa göre zaten çok ağır iken hâlâ evren ona bunu yeterli görmemiş minik bedeninin içindeki ruhu daha da sıkıştırmaya devam ediyordu.

Vaların bedeni iyice dinlenmişti fakat soğuk ve açlık onu esir almaya başlamıştı, soğuk belki bir takım şeyler ile giderilebilirdi, fakat açlık. İşte onu gidermenin bir yolu yoktu. Valar düşüncelere kaldı, yapması gereken şeyleri planladı. Hâlâ gençti çevikti, çalışabilirdi fakat Seheriumda çalışabileceği torpilsiz pek bir yer yoktu.

Geriye tek seçenek kalıyordu o da ne yapacağını düşünene kadar hırsızlık yapmak, Valar buna her zaman karşı çıkardı fakat artık durum onu bu hâle getirmişti ve farklı bir seçeneği yoktu.

Ya çalacaktı, yada ölecekti, Valar ise herkesin yapacağını yani çalmayı seçti ve insanların dışarı çıkacağı zamanı oturduğu yerde gözünü kapatarak beklemeye başladı.

***

Yüzlerce insan yüzlerce tezgahın başında duruyor eşyalar alıyor, satıyor, ve inceliyordu. Tüccarların ve müşterilerin konuşma sesleri etrafta yankılanıyordu, soylular, farklı farklı bir sürü insan ticaretiyle uğraşıyordu, Valar ise köşede incelemeye devam ediyordu, kimin parasının fazla ve bu paraya ihtiyacı olmadığını gözlemliyordu.

Ne kadar çalmayı kabul etse de bunu ihtiyaç sahibi birinden yapmak istemiyordu, içindeki iyilik hâlâ ölmemişti ve bunu diri tutmaya meyilliydi. Uzaktan insanları süzüyor ve inceliyordu, sonunda birini belirlediğinde Vaların yüzünde hafif bir tebessüm oluştu yavaş adımlarla çaktırmamaya çalışarak ilerledi.

Valar normalde olsa soylulara veya insanların kim olduklarına dikkat ederdi fakat şuanda soylu yada normal ayrımı yapamazdı, zira şuan ki durumu kritikti ve bu durumu çevirmenin bir yolu da risk den geçiyordu. Üzerinde siyah bir tunikle dolanan bir adamı gözüne kestirmişti, adam tüccarla konuşurken yavaşça kalabalığın arasından ona doğru adımladı.

Karanlık ÖlümWhere stories live. Discover now