3. BÖLÜM : SASLA'YLA İLK VALS

19 8 4
                                    

"Efsaneler sadece inandığında gerçektir."

___

Gözlerimi hafifçe araladığımda etraf karanlıktı ve hava oldukça soğumuştu. Okuduğum efsanelerde bu ormanın oldum olası soğuk olduğunu duymuştum fakat bu kadarını tahmin etmemiştim. Şiddetli bir ayaz başladığında ceketimin önünü kapatıp kapüşonunu çektim.

Olanlar aklıma minik bir film şeridi gibi geldiğinde hızlı bir hareketle ayağa kalkıp yaralı bacağıma dokundum. İyileşmişe benziyordu. Yani en azından artık canımı acıtmıyordu. Mavi adamı düşünmemeye çalıştım. Gerçekten gizemliydi ve fazla kafa yormak istemiyordum.

Gözlerim karanlığa alıştığında etrafı inceledim. Fenisiti ürkütücü bir yerdi özellikle de geceleri. Şansıma ki çıkışa yakın bir yerdeydim. Ormanın derinliklerinden gelen korkutucu seslerle mavi adamın da dediği gibi oyalanmadan hızla adımlarla ilerlemeye koyuldum.

Bu ormanı korkutucu yapan şeylerden biri de hakkında yazılmış hikayelerdi birçoğunu Nikerofya'dayken okumuştum. Efsanelerin neredeyse hepsi yüzyıllar önce burada yaşamış Kara Taş ismi verilen bir kabilenin yok oluşunu anlatıyordu. Bazıları orman yaratıklarını bazıları vampirleri bazıları ise kurt adamları suçluyordu ama hepsinin sonunda Obsidyen isimli bir kız dışında bütün kabile ölüyordu.

Evrende görülmüş en siyah saçlara ve en siyah gözlere sahip olduğu söylenen bu kızın , delirdiği ve ölülerle iletişime geçip halkını geri getirmeye çalıştığı anlatılıyordu. Bence asıl korkunç olan taraf Kızın Kara Taş kabilesinin ruhunu geri getirmiş olmasıydı.

Kız ormanda gördüğü her canlının ruhunu çekip bedenini kabileden herhangi birine vererek halkını yeniden diriltiyordu. Ormanda ki canlıların ise hayvan bedeninde Kara Taş kabilesine ait birer insan olduğu düşüncesi çok korkunçtu.

Bu efsanelere inanıp inanmamam konusunda emin değildim ama söylendiği gibi her yerde koyu siyah renginde taşlar olması ürkütücüydü. Bu taşlara obsidyen deniliyordu ve ismini Kara taş kabilesinin hayatta kalan son üyesinden aldığı söyleniyordu.

Kabilenin katledildiği gece gökyüzünün kapkaranlık olduğunu ayın bile gözükmediğini okumuştum. Yavaşça başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Bugün de aynı efsanelerde anlatıldığı gibi saf karanlık sema cansızca göz kırpıyordu.

İçimi saran bir ürpertiyle koşmaya başladım. Bu ormandan hemen çıkmak istiyordum. Gökyüzünün karanlık olmasının sadece bir tesadüf olduğunun farkındaydım ama bu korkutucu olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Nefes nefese bir şekilde Fensiti nehrine vardığımda durdum. Elimle alnımda biriken terleri sildikten sonra kalp atışlarımın normal hızına dönmesi için bir kaç saniye bekledim. Bu nehir şehir merkezi ile ormanı ayıran noktaydı. Burası hakkında da oldukça çok efsane duymuştum ama hiç biri Obsidyen efsanesi kadar dehşet verici değildi. Nehrin suyunun zehirli olduğu söyleniyordu.

Nedeni için bir sürü insan bir sürü farklı hikayeler yazmıştı ama bana en mantıklı gelen Kara Taş kabilesi saldırı altındayken Obsidyen'in kaçarak bu nehre atlaması ve bu sayede gizemli düşmanlardan kurtulmasıydı. Obsidyen ölü halkını hayvan bedenlerinde dirilterek doğanın dengesini bozduğunda ise nehir bu kızı kurtardığı için pişman olmuş ve ceza olarak kendini zehirli bir hale getirmişti.

Halk bu suya temas etmeyi lanet olarak görüyordu. Nehir üzerinden rahatlıkla atlanabilecek genişlikteydi ve derin değildi yine de üstüne sağlam bir köprü yaptırılmıştı.

Fenisiti ormanının sınırlarını belirlercesine sarmalayan nehrin içinde hiçbir canlılık belirtisi olmaması da efsaneleri destekler nitelikteydi.

YILDIZ ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin