6. Bölüm - Eğer Bu Kelebek...

2.6K 111 112
                                    


Yağız aynanın karşısında kravatını düzeltirken kapısının çaldığını duydu.

"Efendim?"

Kapının açılmasıyla içeri giren Kerime aynanın karşısında duran oğluna gülümsedi.

"Yine çok yakışıklı olmuşsun oğlum. Bu hazırlık ne? Toplantı falan mı var?"

Yağız gülümseyerek başını salladı annesine bakarken. "Yaa evet. Büyük gün(!) Şaka yapmıyorsun değil mi? Dünden ne farkı var."

Kerime gülümsedi önce. Ardından aynanın önünde duran oğlunun yanına yürüyüp Yağız'ın zaten düzgün olan kravatını düzeltmeye çalıştı. "Bilmem. Belki de çok yakışıklı olduğun için her gün de görsem özenmişsin gibi geliyordur."

Güldü Yağız. "Kuzguna yavrusu güzel gelmiyor yani."

Annesinin onun üzerine titremesini anlıyordu. Hele tüm olanlardan sonra... Yağız, o şanslı çocuklardan değildi. Hayır, maalesef. Yağız'ın doğduğu gün, babası çalıştığı inşaattan düşerek ölmüştü. Yağız daha doğmadan birkaç saat önce babasız kalmıştı. Tek annesiyle.

Yine de asla tamamen yalnız olmamıştı. Babasının çalıştığı inşaat firmasının sahibi olan adam, Hazım Egemen onun için her zaman bir baba gibi olmuştu. Bir babanın yerini tutmazdı belki... Yine de güzel bir hayatı olmasını ona borçluydu Yağız. Küçük bir çocukken yurtdışında eğitim almasını finanse etmişti. Evet, o zamanlar Yağız için bu durum çok zordu. Ancak hem kendisinin, hem de annesinin iyi bir hayatı olması için başka şansı olmadığını biliyordu. O da her şeyi arkasında bırakmıştı ve Amerika'da yatılı eğitim almıştı. Döndüğündeyse Egemenler Holding'de iyi bir pozisyondan başladığı işinde hayli yükselmişti. Hayatı yorucuydu. Zordu. Böyle köklü ve zengin bir aileye bu kadar yakın çalışmak, işini 'iş'le sınırlı bırakmıyordu. Bu değildi. Bu kadar değildi.

Yağız, Egemenler ailesinin de içinde sayılırdı. Onların her yardım ihtiyaçlarına koşardı. Aileden gibiydi. Yani kısmen... Hazım Bey'in çocuklarına nazaran sorumluluk bilinci olan bir birey olması, ona neredeyse bir Egemen kadar kredi veriyordu. Hatta Hazım Bey'in dize getiremediği oğlu Sinan'la uğraşma işi de çoğu zaman Yağız'a kalıyordu. Ve tabi onun pislikleriyle uğraşmak da.

Sinan, çocukluğundan da hatırladığı biriydi. Hazım Bey'in birçok şirket yöneticisinin yapacağının aksine elini Yağız'dan çekmemesi, onu ve Sinan'ı iki yakın arkadaş yapmıştı bir zamanlar. Yani Yağız Amerika'ya gitmeden önce. Döndüğündeyse Sinan'ın yerinde gerçekten akıl almaz bir adamın durduğunu görmüştü. Sorumsuz, gaddar, umursamaz ve şımarıktı. Gerçi onu suçlayamazdı. Endişelenmesi gereken hiçbir şey olmamıştı ömrü boyunca, üzerine titremesi gereken bir şey ya da. Sevgi mesela. Görmediği gün olmamıştı. O olmayacaktı da, Yağız mı olacaktı böyle yani?

"Çok yoruyorlar seni." Dedi annesi başını iki yana sallayıp. "Çok yorgunsun. Sürekli yorgunsun. Hele bu kozmetik işi..."

"Bitmek üzere." Dedi Yağız başını iki yana sallayıp annesinin kollarını sıvazlarken. "Lansman için sana da bir davetiye getireceğim. Büyük emek harcadık bu işe. Güzel bir şey çıkacak. Ben eminim."

"Sen harcadın." Diye düzeltti annesi onu. "Hazım Bey'in sonradan Sinan'ı dahil edip projeyi onun yapmış gibi gösterilmesine de sessizsin."

"E..." dedi Yağız başını iki yana sallayarak. "O bir Egemen. Ne diyebilirsin ki?"

"Ben yaptım diyebilirsin. Uzaklaşsana artık Egemenlerden Yağız. İstemiyorum ben onlarla çalışmanı. Her işe, her olaya seni koşturuyorlar. Üstelik hak ettiğin ücreti aldığını da düşünmüyorum. Sen eğitimlisin, başarılısın, zekisin, yeteneklisin, hırslısın... Başka yerlerde çok daha fazlasını kazanabilirsin. Hem de daha az yorulursun."

Anlatılmamış Masallar | Yağız & Hazan One-ShotsOnde as histórias ganham vida. Descobre agora