Kader & Keder

116 16 9
                                    

Rüyaların ardı arkası kesilmiyordu. Her seferinde yeni yeni şeyler görüyordum ve ertesi gün Hikari ile kritiğini yapıyordum. Babam Raion'un ise daha büyük problemleri vardı, bugün yüce kahin ve diğer krallığın büyükleri  ile yaptığı çok gizli görüşme yüzünden kraliyet odasına giremememden anlamam gerekiyordu. Toplantı bittiğinde amcam Tora ve büyük kuzenim Asahi'nin yüzündeki o ifade her şeyi açıklar nitelikteydi. İçeri hışımla girip babama "neler oluyor baba? Bu çok gizli ve mühim toplantının sebebi neydi?" dediğimde babamın o yüzü düşük ve umutsuz ifadesi ilk defa beni korkutmuş ve "hazırlıksız bir şekilde savaşla karşı karşıyayız ve durum hiç de iyi değil" cümlesi beni kaskatı kesmişti. Krallıkta acil durum ilan edilmiş ve Apollonopolis'in 4 yandaki şehir kapıları giriş ve çıkışa kapatılmıştı. Çünkü konuşulana göre Güney krallığı yok edilmişti ve gelen düşman Nemesis gezegeninin işgalci kralı Barka'ydı. Barka güneş sistemindeki neredeyse tüm gezegenleri işgal edip enerjilerini kendine mal ederek onları yok eden zalim kötü bir kraldı. Dünya gezegenini yok edemediği için öncelikle güneşe gelip güneşi yok ederek dolayısıyla dünyayı da yok etmeyi planlıyordu. Lakin dünyayı yok edememesinin sebebi de diğer 8 gezegeni temsil eden en güçlü savaşçıların dünyayı koruyor olmasıydı. Ordu topyekün bir şekilde krallığı korumaya almış Barka'nın gelmesini bekliyorlardı. Babam annemi ve kardeşimi ülkenin en korumalı yeri olan Gümüş Oda'ya götürmüştü. Buranın en özel ve en korunaklı yerinin olmasının sebebi ülkede her şey altından yapılmış iken bu odanın Ay krallığından getirilen gümüşle yapılmış olmasıydı. Ayrıca bu oda yıllar boyunca ülkenin en kutsal hazinesi ve evrenin en güçlü silahı olan Apollo Kılıcı ve koruyucu ruhu olan Altın Anka Kuşu'nu muhafaza ettiği yer olmasıydı. 

2 günlük bekleyişin ardından sarayın güneydoğu tarafından bir karaltı gelmeye başlamıştı, berrak olan hava da kapatmaya başlamış fırtına yaklaşıyordu. Aradan geçen 45 dakikanın ardından Barka'nın okçuları öncü saldırılarını yaparak kara okları ile sarayın surlarını vurmaya başlamıştı. Hikari ve ben sarayın balkonundan 500 metre ilerimizde olan bitene bakıyorduk ve açıkçası bu durum korkutucuydu. Bende onlarla beraber savaşmayı istiyordum lakin babamın kesin emirleri vardı. Hikari kolumdan beni tutmuş olan biteni korkuyla izliyordu çünkü cephenin ön kısmında abisi Asahi ve onların arkasında babamla beraber amcam Tora vardı. Onlara bir şey olması halinde gireceği psikolojiyi düşünmeyi istemiyordum. Zaten çocuk yaşta kaybettiği annesinin acısını hiç bir zaman içinden atamazdı, şimdi babası ve abisi tehlikedeydi ve bunu gözlerindeki korku öylesine net bir şekilde anlatıyordu ki savaş alanına bakmayı bırakıp ona bakakalmıştım. Daha sonra refleksle elini tutup "merak etme Hikari ben buradayım." demiştim. Hikari de bir anlık endişesini kenara bırakıp bana bakarak gülümsemiş "sana güveniyorum Kai." demişti. İkimiz de olan biteni izlemeye devam ederken Barka'nın ordusu iyice kapılara dayanmış ve işgal etmek için tüm gücüyle saray surlarını ve kapısını zorluyordu. Mızrakçılar surlara çıkarak öncü Nemesis kuvvetlerini püskürtmeyi başarsalar da Barka gizli silahları olan kara büyücü birliğini geride tutuyordu. Barka'nın niyeti ordumuzu fiziki olarak yıpratıp büyücüler ile işimizi bitirmekti. Aradan geçen iki buçuk saatin sonunda bizim taraftaki askerlerin %60 ı ölmüştü. Barka güney kapısını dağıtıp içeriye dalıp annemin ve babamın onca uğraşları ile yaptığı kutsal bahçeyi mahvetmişler ve kalan askerleri arkadan çevirmeye başlamışlardı. Bizimkiler zor durumdaydı ve bir şey yapmalıydım. Hikari dizlerinin üzerine çökmüş "bu hiç iyi değil Kai, bir şeyler yap yalvarırım!" dediğinde içimden bir ses bana "şimdi." demişti ve gözümü kapatıp açtığımda üzerimdeki kıyafet değişmişti. Hikari'yi elinden tutup ayağa kaldırdığım vakit beni gördüğündeki şaşkınlığı anlatılmaz bir şeydi. Gözleriyle "bu ne hal?" der gibiydi ve ona bakarak "olacakları iyi izle" demiştim. İçimde kusursuz bir güç belirmişti ve beni savaş alanına çekiyordu. Bir anda oraya ışınlandım ve Barka'nın askerleri ile çarpışmaya başlamıştım. Asahi, babam ve Tora amcam olan biteni şaşkınlıkla izlerken bir anda gözleri Hikari'ye çevrilmişti ki sarayın balkonunun önünde havada duran Barka'yı görmüştüm. Bir anda "lanet olsun!" diyerek oraya ışınlanmıştım adeta. Hikari'yi kaçırma derdindeydi Barka fakat bunu yapmasına izin vermemeliydim. Ama işler burda karmakarışık ve bir o kadar berbat bir hale gelmişti. Bir anlık yarattığım şaşkınlık yüzünden Barka'nın okçuları, babamı, amcamı ve büyük kuzenimi aynı anda vurmuştu. Hikari o şaşkınlıkla bu sahneyi görüp dizleri üzerine çökerek "hayır!" diye haykırmaya başlamış ve ağlamaya başlamıştı. Ben o an dona kalmıştım ama Asahi'nin bana öğrettiği savaş sanatlarında, savaş alanında sevdiğin birini kaybetsen dahi birini kurtarma şansın vardır, sen kaybettiğini düşünmek yerine kurtarma ihtimalin olanına odaklan demişti. Ben de o an buna odaklanıp o sinirle iki parmağımla kutsal Apollo Oku saldırısı ile Barka'yı omzundan yaralamış ve zaman kazanmıştım. Tam o anda arkama baktım ve yerde yatan o üç insanı gördüm. Babam, amcam ve büyük kuzenim sarayı korumak için canlarından olmuşlardı. Üstelik benim yüzümden ve bu durum beni inanılmaz öfkelendirmişti. Bir anda vücudumdan sarı renkte bir aura huzmesi çıktığını gördüm ve sağ elimi kaldırdığımda o kutsal silah olan Apollo Kılıcı ellerimde belirmişti. O anki sinirimle "Barkaaaaaaa!!!" diye bağırarak kılıcımı ona doğru savurmuştum. Barka ise gülerek "seninle daha sonra savaşacağız güneşin oğlu!" diyerek ortadan kaybolmuştu. Kara büyücü ordusu ise kalan askerlerin işini bitirmeye çalışırken bir anda ellerimden çıkan ışık topu kara büyücülerin hepsini yok etmişti. Hemen Hikari'nin yanına gidip onu babamların yanına götürmek üzere kucaklamıştım. Hikari mistik sanatlar ustasıydı ve uzay zaman büyüleri, iyileştirme büyülerinde çok ustaydı. Belki bir ihtimal babamları kurtarabilir umuduyla onların yanına gittik. Hikari tüm gücüyle olanları düzeltmeye çalışıyordu fakat bu güç sadece Asahi için yeterli olabiliyordu. O an kendi kendime "o lanet adamlar bahçeyi mahvetmeseydi kutsal çiçeğin özsuyu ile herkesi geri getirebilirdik." demiştim. Hikari ise o an bana dönüp "belki çiçeklerin içinden bir iki tanesi hala sağlamdır Kai bakmayı dene." diyerek beni şok etmişti. Hikari'nin zihin okuyabildiğini bilmiyordum. Anında bahçeye gidip etrafa bakındım ve kahretsin ki sadece bir tane çiçek vardı sağlam kalan. Onu alıp hemen Hikari'nin yanına gittim ve bana dönüp "bir seçim yapmak zorundayım." demişti. Ben ise ona bakarak "Tora amcamı kurtar o zaman, babam da olsa böylesini isterdi." demiştim. Asahi ise "Kai bu çok önemli bir karar biliyorsun değil mi?"demişti bana. Bende hiç tereddüt etmeden " ben babamın oğluyum, eğer bir şey diyorsam bu onun da böyle düşündüğünü bildiğim içindir kuzen." demiştim. Hikari ise çiçeğin özsuyunu amcam Tora'nın ağzına damlatmıştı. Ben ise ağır adımlarla babamın yanına giderek göğsüne saplanan oku çıkarmış, kanaması dursun diye elimle baskı yapmıştım. Babam son anlarında kısık sesle bana "bu ülkenin yeni kralının sen olduğunu az önce kanıtladın. Teşekkürler evlat" diyerek gözlerini sonsuza kadar yummuştu. Tam bu sırada Gümüş odadan kardeşim ve annem hışımla, gözyaşlarıyla koşarak benim olduğum yere geliyorlardı. Amcam Tora yavaş yavaş doğrulurken yanında yatan babama gözyaşlarıyla bakıyordu.  Ülkenin talan olan yerleri elbet düzeltilebilirdi fakat şu an yaşadığım acının bir tarifi yoktu. Annem babamın başında ağlıyor, kardeşim bana sarılmış ağlııyordu. Yanımda kuzenlerim babalarının kurtulmasına sevinemeden amcalarının ölümüne üzülüyorlardı. Bu şekilde ağır ağır saraya doğru yürümek için ayağa kalkmıştık. Ben babamın cansız bedenini sırtıma almış saraya doğru yürüyorken Asahi ve Tora amcam taşımada yardım etmek isteseler de bunu reddediyordum. Üstünü başını düzelttikten sonra cenaze için tüm halk saraya toplanmıştı. Hepsinde derin bir üzüntü hakimdi ama inanın en önde duran ben için bu üzüntü tarif edilemezdi. Güneş Krallığı geleneklerine göre ölenler toprağa gömülmek yerine Insei vadisinin en derin uçurumundan aşağı bırakılırdı, ölenin ruhu sonsuzluğa uçmak için ivme kazansın diye ve babamı da bu gelenekle uğurlamıştık. Geri döndüğümüzde inanılmaz radikal bir karar almıştım. Gördüğüm rüyalar şimdi şimdi anlam kazanıyordu. Herkese dönüp "babam bana ölmeden önce bu ülkenin yeni kralı sensin demişti, ama benim görevim bu değil henüz. Tora amca ülkenin krallığını sana bırakıyorum" dedim. Herkes şaşkınlıkla "ne demek istiyorsun?" der gibi bakmışlardı. Bende gülerek "görevin diğer kısmı Dünya'da devam ediyor ve ben oraya gidiyorum. Evrenin huzuru ve Barka'dan alınacak intikam için." dediğimde Hikari öne atlayıp "rüyalar.. onlar gerçekten gelecekten mesajdı değil mi Kai?" dediğinde kafamı sallayarak evet demiştim. Herkes şok içinde aldığım kararı sorgularken, annem boynuma sarılıp ağlamaya başlamıştı " babanın acısı bu kadar taze iken sana bir şey olmasına dayanamam Kai" demişti. Bende "ben bu ülkedeki herkesten daha güçlüyüm anne bu yüzden bana bir şey olmaz merak etme" diyerek karşılık vermiştim. Aradan üç saat geçmişti, hazırlıklarımı tamamlamıştım. Dünyada gerekli olacak her şey yanımdaydı, ve çantamı omzuma alıp kapıdan çıkacaktım ki Hikari önümü kesmişti. Bana sarılıp "bensiz dünyaya gittiğine inanamıyorum kuzen." diyerek veryansın etse de "zaten bir süre sonra sende geleceksin kuzen endişelenme" dediğimde duraksamış ve "haklısın, ben gelene kadar dikkat et orda kendine ve ne pahasına olursa olsun Minako'yu bul." dediğinde dona kalmıştım. Çünkü onu tamamen unutmuştum. Sahi Minako kimdi? Bunun cevabını dünyaya gittiğimde kesinlikle bulacaktım. Bulmak zorundaydım. Uğruna savaşacağım kişiyi bulup ona soracağım çok soru vardı..

Saraydan çıktığımda herkesin arkamdan baktığını biliyordum. Tam kapıya geldiğimde arkamı dönüp son bir kez baktım evime ve herkese el salladıktan sonra dünya geçidine doğru ilerledim. Geçit çıkışına geldiğimde artık dünyadaydım fakat neredeydim hiç bilmiyordum...

DEVAM EDECEK...

Legend Of KaiMinaWhere stories live. Discover now