Kaos

88 14 21
                                    

Dünyaya gelmiştim fakat nereye gideceğimi bilmiyordum. İnsanlar çok fazlaydı ve bilmediğim bir dili konuşuyorlardı. Öğrendiğim bir büyü sayesinde onların dilini anlayıp konuşabiliyordum. Tenha bir yere gidip kolumdaki saate baktım. İleri teknoloji bir şey olduğu için insanların bunu görüp garip tepkiler vermesini istemiyordum. Harita bana Çin denen bir ülkenin Şangay şehrinde olduğumu söylüyordu. Fakat nereye gidecektim hiç bilmiyordum. Bir işaret, bir iz yoktu ben de dünyalıların yaşam tarzlarını öğrenmiştim zamanında bunu iyi değerlendireyim derdine düşmüştüm. Güneşten getirdiğim altınları buralarda bir yerlerde para dedikleri şeye çevirmem lazımdı. Biraz arandıktan sonra bunu yapabileceğim bir yer bulmuş ve biraz para ile oradan çıkmıştım. Karnım deli gibi açtı ve burada, güneşte yediğim yemeklere benzer şeyler bulacak mıydım merak ediyordum. Yeni lezzetlere de açıktım fakat çok da aşırıya kaçamazdım. Bir restoran bulup oraya oturmuştum. Menüye bakarken evimde yediğim şeylerin pek çoğunun burada da olduğunu fark etmiştim. En sevdiğim şeylerden birer porsiyon söyleyip karnımı doyurmaya hazırdım. Bir yandan Minako'nun nerede olduğunu merak ediyordum.  Daha sonra kendime bir tatlı ve kahve alıp kanal denen yere doğru yürüdüm, bir bank bulup oturdum. Bir yandan aldıklarımı tüketirken bir yandan da başımı göğe kaldırıp evime bakıyordum. Demek evim buradan böyle gözüküyordu. Hiç bu kadar parlak olduğunu bilmiyordum. Ona bakarken içimdeki ses "daha da doğuya gitmelisin." diyordu. Bunu duyunca bir an ürperdim ve kolumdaki haritada daha doğuda neresi var sorusunu sorunca Japonya isimli ülke çıkmıştı. Hemen ufak bir araştırma sonucunda en kısa yolun uçak denen bir araçla olduğunu yazıyordu. Işınlanma ile de gidebilirdim fakat doğru yere gidip gidemeyeceğimi kestiremezdim. Bu yüzden bu uçak denen aracın nereden kalktığını bulmam gerekiyordu. Saatte havalimanı denen bir yere gitmem gerektiğini söylüyordu ve buraya gitmem için en hızlı yol olarak taksi denen başka bir araca binmem gerekiyordu. Taksiyi bulup hemen havalimanına doğru yol aldım. Aradan geçen 45 dakikanın sonunda gelmiştim havalimanına. Japonya'ya giden bir uçak bulmalıydım fakat tabelada Japonya yazısı yoktu. O an anladım ki Japonya'nın da pek çok şehri vardı ve Apollonopolis gibi baş şehri neresi ise oraya gitmeliydim. Saatten hemen aratıp Japonya'nın baş şehrini bulmuştum. Burası Tokyo denen bir yerdi ve Japonya'nın en kalabalık şehriydi aynı zamanda. Bu kadar insan içinden Minako'yu nasıl bulacaktım bilmiyorum ama Tanrılar yardım ederse bir şekil bulabilirdim. Hemen gişeye gidip ilk uçakla Tokyo'ya gitmek istediğimi söyledim ve elime bilet denen bir kağıt parçası verdiler. Daha sonra uçağa geçtim ve bir buçuk saat gibi bir zaman sonrasında Tokyo'ya gelmiştim. Burada konuşulan dil, geldiğim yere göre farklıydı. Demek ki dünyadaki insanlar ülkelerine göre dil konuşuyorlardı, bizim ordaki dile nazaran. Hemen Tokyo şehir merkezi nereyse oraya gitmek için bir taksi bulup binip gitmiştim. Buraya geldiğimde koca koca binalar arasında çok çok fazla insan vardı. Burası Güneş Krallığı'ndan da kalabalıktı kesin. Bu koca kalabalık ve kaos ortamında nereye gidecektim? Kafayı yemek üzereydim resmen aptal aptal sağa sola gidiyordum. Aradan biraz geçmişti ki eski görünümlü güzel bir yere rastlamıştım. Çok yüksek merdivenleri vardı ve çıkması resmen zulümdü. Yukarı çıktığımda kapısında "Hikawa Tapınağı'na hoşgeldiniz." denen bir yazı vardı. Tapınaktan kastı eğer bizim ülkedeki gibi Apollo için dua edilen bir yer ise bu harika idi. İçeri girince güzel bir bahçesi vardı. Mahremiyet alanı da güzel görünüyordu. Bahçenin sonuna doğru akan güzel bir çeşme vardı ve oraya gidip iyice alanı incelemeye başlamıştım ki bir kadın sesi "merhaba beyefendi, yardımcı olmamı ister misiniz?" demişti. Çok zarif bir rahibeydi ve o an olduğum yerde kalmıştım. Ben de o an "etrafı inceliyordum, geldiğim yerdeki tapınaklar gibi tıpkı." dediğimde rahibe gülümseyerek "buradan pek uzakta bir yerlerden gelmiş olmalısınız bayım." dediğinde sadece başımı sallayarak evet demiştim. Tam bu sırada tapınağın merdivenlerinden çıkan bir kızı fark etmiştim. Saçları ayak bileklerine kadar uzun, güneş çiçekleri gibi altın sarısı renginde üstten kırmızı bir kurdelesi vardı. Pembe tenini okyanus mavisi gözleri bir çift safir gibi tamamlıyordu. Kalbim hiç olmadığı kadar kuvvetli çarpıyordu ki adeta nutkum tutulmuştu. Daha sonra rahibeye "Rei istediğin kurabiyeleri aldım haydi gel çay eşliğinde yiyelim" dediğinde kendime gelmiştim. Rahibe de ona "Hoşgeldin Minako hemen geliyorum." dediğinde ise hayatım boyunca yaşamadığım o şoku yaşamıştım. Aradığım kişi ben ona gitmeden ayağıma gelmişti, bu kesin kaderdi veya Tanrıların benim için bir lütfu. Birkaç adım öne attım ve adının Rei olduğunu öğrendiğim rahibeye seslenerek "bildiğim çok güzel bir çay tarifi var isterseniz size de tattırabilirim." dediğimde Rei şaşkınlıkla kalakalmışken, arkada Minako "bu yabancı bey de kim ve neden bize çay hazırlamak istiyor? Ya bize zarar vermeye kalkarsa?" dediğinde hemen atılıp "bu düşüncenizi tersine çevirmek için fırsat verin öyleyse." dediğimde ikisi birbirlerine bakıp peki dercesine başlarıyla onayladılar. İçeri geçtiğimizde çay hazırlamak için bana alet verdiğinde çantamdan o en sevdiğim çay bitkilerini çıkarıp hazırlamaya koyulmuştum. İkisi de pür dikkat bana bakıyordu ve Minako "çay konusunda çok yeteneklisiniz ama bu çayı hiç görmemiştim." demişti. Ben de ona "bu dünyada bulabileceğiniz bir çay değil." dedikten sonra bir an duraksadım ve içimden eyvah diyerek kızların şaşkınlığını izlemekle yetindim. Ama Minako zekiydi ve bunu "madem öyle dünyada değil de nerede bulabiliriz bu çayı, çünkü kokusu çok güzel." dediğinde köşeye sıkışmıştım. Çayı demleyip servis ettiğimde Minako da kurabiyeleri çıkarıp servis etmişti. Pes eder gibi bir tavırla "sanırım bazı şeyler anlatmam gerekecek size." diyerek atılmıştım. Minako hevesli bir tavırla "a-haa biliyordum bir şeyler olduğunu. Haydi anlat bize." dediğinde gülerek "pekala öyleyse. İsmim Kai Suzuke ve buraya Güneş Krallığından geliyorum." dediğimde ikisi de öylece kalmışlardı. Rei bir an kendine gelerek "sen de mi bir savaşçısın yoksa?" diye sorduğunda Minako dirseğiyle onu dürterek uyarmıştı ama çok geçti. Olan biten her şeyi anlatmıştım onlara ve Minako'nun yüzü bir gül gibi kıpkırmızı olmuştu. Rei ise çok etkilenmiş bir şekilde " yani sen gördüğün rüyalar üzerine Minako'yu bulmak için ta güneşten buraya mı geldin?" dediğinde evet diyerek onu onaylamıştım. Onlar da gerçeği açıklamışlardı. 8 gezegeni temsil eden savaşçılardan ikisi karşımda duruyordu ve öğrenmiştim ki aradığım kişi Venüs Savaşçısı'ydı ve çocukken yüce kahinin gelecekte eşim olabilecek yegane kişinin Venüs kraliçesi olacağını söylediğinde anlatmak istediği kişi oydu. Daha sonraki 10 dakika boyunca devamlı göz göze geldiğim Minako aradığım kişiydi. Daha sonra kendime gelip bir anda toparlanıp "madem aradığım kişiyi buldum benim acilen buraya yerleşmem lazım, bir ev bulmalıyım!" dediğimde Minako da apar topar kalkıp "ben de seninle geliyorum Suzuke, hem beraber ev bakarız hem de seninle konuşacak çok şeyim, soracak çok sorum var." diyerek atıldığında gülümsemek dışında bir tepki verememiştim. Tam çıkarken Rei bana seslenerek "aradığın 6 savaşçı da bizimle Kai, yarın onlarla tanışabilirsin. Ama önce işlerini hallet" diyerek beni sevindirmişti. Minako ile tapınaktan ayrılıp sağda solda ev bakmaya başlamıştık, aynı zamanda olan biten her şeyi konuşuyorduk. İşte şimdi bunca zamandır gördüğüm rüyalarım bir anlam kazanıyordu ve çok mutluydum bu durumdan...


Devam Edecek...

Legend Of KaiMinaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin