ayazda geliyor en acı pişmanlıklar

438 66 54
                                    


...

buruk ve sözde hüzünlü bir ruh. belki gerçekten hüzünlü, lakin daha çok bir yenilginin sefilliğine cenaze kalkıyor gibi.

betonlar kadar duygusuz ve bir o kadar da sessiz oluşuna karşın sadece yanında oturup nefes alıyordum. yalan söyledim, onu da alamıyorum.

zehir gibi geliyor her şey, ne uyanmak istiyorum ne de yeniden uyumak. uyuştukça uyuşuyor ve bir yerden sonra felçli gibi ağırlaşıp kalıyorum oturduğum yerde. dünya ayaklarımın altından çekilmiş gibi. hayır, dünya ayaklarımızın altından çekilmiş gibi.

iki yabancı, sözde tanıdık. tek beton ve yalnız kalmış ayrı ayrı ruhlarda yine bir şeylerin kötülüğüne kurban gitmiştik. ben alışıktım da, o bana kıyasla daha toy gibiydi. sözde 26'ydı ya neyse. ondan daha olgun olduğumu biliyordum, fakat bu acılarla ölçülecek bir şey değildi. öyle ki isyanı da çok sonradan bırakmış ve kendi kendime, kimse özünde mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamıyor deyip kendimi avuturdum. işime de yaradı esasında, şimdi insanların acılarını umursamıyor olsam da gamsızlığımdan değil. alıştığımdan, olacak olmasından ve hepimizin kaçınılmazı olduğunu bildiğimden umursamıyorum. onlara acımıyorum. bana acımasınlar diye de hayatımdan söz etmiyorum. öyle ki gururuma en çok dokunan şeydir acınacak duruma düşmek. insanlar gözlerime ayrı bir hüzünle bakarsa kendimi affedemeyeceğimi biliyorum. ne kadar denesem de sonunda kendime kötülük eden yine ben oluyorum. bu yüzden kaçıyorum ondan. kaçıyorum yanı başında acısına ortak olmaya çalıştığım adamdan. ben sonuna kadar dururum yanında, lakin söz konusu bana gelince bencillik yapsın ve öğrenmesin beni isterim.

"hyunjin...girsek mi artık içeriye. hava çok soğudu?"

sesim o kadar boğuk ve içten çıkmıştı ki kalın olması ayrı rahatsız etmişti anlık beni. lakin o sözlerimi umursamadan bakışlarını ayaklarından çekmemiş öylece oturmaya devam etmişti.

yaklaşık bir saat önce töreni olmuştu dadısının. yalnızca uzaktan bir akrabası gelmişti ve o an anlamıştım o birinin de ne kadar yalnız olduğunu.

hyunjin'in diğer tarafında duruyordu kavanoz. bu çok ağırdı, bu hissi biliyordum. o kadar iyi hatırlıyordum ki bakışlarım o tarafa kaymasın diye kendimi ayrı bir şekilde zorluyordum. fakat cenaze kavanozun içinde değil gibiydi. cenaze, yanımdaki sözde yaşayan adamdı.

ne kadar garipti şimdi her şey, belki de saatler önce bir bütün olan bedenin külleri kalıyordu bizimle. bana daima acınası gelmiştir bu döngü. birilerinin yaşaması için birilerinin küle dönüşmesi mi gerekiyordu yani? ah tanrım...

betonlaşanlara ya da toprakta çürüyenler de aynı şeye sahipti esasında, yitirilmişti şimdi onlar ve zamandan kadar eski olan diğer yaşayanlar. kimileri ne kadar mutlu olsa da ölüm meleğinin kucağına sinenlerin hissettiği huzuru kıskanırdım evvel zamanların birinde. şimdi ölesim de gelmiyordu, şimdi sadece bu adama sahip olmalıydım. onun kucağına sinmeliydim. ölüm meleğim olacaksa da kabulümdü. öylesine benimsemiştim.

"gün bitti felix..."dedi sakince sözünü aldım ağzından. devamını getirmesine gönlüm razı değildi.

"...gidemem hyunjin."

sertçe yutkunup kan çanağına dönen gözlerini yüzüme indirdi ve seslice nefes verdi.

"şöyle günlerce uyusam geçer mi göğsümdeki soğuk? üşütüyor çünkü."

insanların acıları ruhlarına farklı bir şekilde nüfuz ediliyordu. bazısı cayır cayır yanıyordu, sanki cehennemi indirmişlerdi bedenlerine. bazısı ise donuyordu, sanki en yakıcı olanı oymuş gibi kemiklerine kadar titriyorlardı. kabullendiklerinde ise acılarıyla bütünleşiyorlardı. unutmuyorlardı, acıya alışıyorlardı.

ağırlayın azrail'i ✔️Where stories live. Discover now