ağrıyan yüreklerin dermansız yaraları

387 64 20
                                    

...

söz gelimi ciddi bir vasıtayla hükmetmekte ruhumdaki düşkünlük. buna zayıflık demek gururuma ters, lakin en illet tarafı da bu zaten olayımın. yediremiyorum kendime kahrolmayı ve esasında acizce onun aşkına kurban olmayı. her şeyimi verebilecekmiş gibi hissediyordum, sırf gözlerime baksın ve beni kucağında güzelce uyutsun diye. ben ise türlü reddedilişlerle kendimi ya sahil kenarlarına ya da dört duvarın arasına atıp ağrısını uyuşana kadar çekiyor ve sonrasında boyutlar arası geçiş yapıyordum.

boyutlar arası geçiş derken gerçek olanından bahsediyorum, yeonjun'un bana iyi bir şey öğretmediği her noktada göze çarpar nitelikteydi.

son bir haftadır damar yolundan aldığım maddeler yüzünden boka batmış durumdaydım. uyanamıyor ve sürekli bir şeyleri ertelemek zorunda kalıyordum. en kötüsü de agresif olup büyük annemle zıtlaşmamdı. onu fazlaca üzüyordum.

lise son sınıftım ve inanır mısınız bilmem ama derecelik öğrenciydim, son bir hafta öncesine kadar da listenin zirvesinde kendime bir taht kurmuştum, fakat kafamı toparlayamadığımdan o tahttan düşmem uzun sürmemişti. bana bir zararı yoktu, zaten başarılı olmak gibi bir hayalim de yoktu. kim geçerse geçsin kafasındaydım. ama büyük annemle zıtlaşmam beni şu an müdür odasındaki koltukta oturtuyordu. başarımın neden bu kadar ani bir şekilde düştüğünü konuşup eleştirecektik. hayır, onlar konuşup onlar eleştirecekti. ben bildiğim şeyleri yeniden dinlemek için orada tutuluyordum.

üniversite sınavına zaten girmeyecektim, kararımdan kimsenin haberi elbette yoktu, çünkü tan tana çekecek kafaya sahip değildim. kalp kırmak ne kadar umurumda olmasa da çevremde zayıf yüz görmek de istemiyordum.

seslice nefes verip bana yönelttikleri soruyu büyük bir çaba sarf ederek yeniden düşünmeye başlamıştım. algılamada ve odaklanmada ciddi problem yaşıyordum. sesleri gittikçe boğuklaşıyordu ve ellerimin titrediğini fark ediyordum. gizlemek adına ceketimi kollarını çekiştirip karşımdaki orta yaşlardaki adama bakmıştım.

"evet felix?"

felix.

felix.

ufak.

küçük.

çocuk.

sertçe yutkunup bakışlarımı ayaklarımın uçlarına indirdiğimde boğazımı temizlemiştim. bir döngü halinde ilerliyordu ve kısırlaşması yalnızca bıkkınlığıma sebep oluyordu. mantıklı kararları düşünmediğim zamanlarda insanların halleri daha bir çekilmez oluyordu. hele de muhalefet olmak için nöbet tutanlar isyan sebeplerimdendi.

bir şey demedim, tenezzül de etmedim. bekledim, bırakmalarını ya da tanrı tarafından bir an önce alınmayı. keza aydınlık görünmüyordu şu vakitten sonra. türlü karanlıkların tasviri için de fazla yorgundu ruhum.

belki bir on dakika daha geçirmiştim içeride, sonra ayaklanmış çıkmıştım öylece. bir şeyler söylemişlerdi ardımdan ama aklım o kadar havadaydı ki tutup çekmeye gücüm yetmedi. sonra bir kalıba sığdırdım kendimi, adını ruhunu yitiren ölü koydum ve aynı bakışlarla adımladım uzun koridoru.

birkaç kelam işittim şahısıma ait, dönüp de bakmadın. esasında ne herhangi bir muhabbet istemedim. gece olsun istedim, gece olsun da sussun şu insanlar.

dışarıya çıktığımda bedenimi bir bankın köşesine yığmış ve yeniden düşünmeye başlamıştım. sorgu kancaları bu kez keskindi, öncekilerin paslı oluşu enfeksiyona neden olmuştu. öyle ki ağrısı hâlâ hatırımdaydı, geçmek bilmez gibi bir şeydi.

ağırlayın azrail'i ✔️Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ