kubbeli toprak altında dilime varamayanlar

292 38 134
                                    

vaktiyle yapılmayan her şeyin pişmanlığını çekiyoruz. çekiyorum.

özgürlüğümü, inancımı, hayallerimi bir çırpıda yitirmişte; elimi ayağımı çekmiş gibi hissediyorum bu hayattan. sahi, tanrı ikinci bir şans daha vermişti yaşayabilmem için.

şimdi daha derin bir his içerisindeydim. gözlerimi kapatıyor ve yanaklarımı okşayan o sahil rüzgarını hissediyordum. tatlı bir dokunuştu. en az sante'nin dokunuşları kadar.

sante.

sante'm.

hayatın kendisine resmettiği şeyleri anlatıp duruyordu ben geceleri suskunluğuma çekildiğim vakit. daima umut içerisinde olmasına hayret ediyordum. bu kadar hayat dolu olması ve hâlâ dersler çıkarıp daha iyi bir hayat yaşamak için çabalaması beni hayretler içinde bırakıyordu. daha çok inceliyordum artık hareketlerini. bu kez daha yakından. nefesinin sıcaklığı bile bir başkaydı artık, fikrimce.

sabahları erken uyanıyordu. iyi bir sahil yürüyüşünden sonra dönüp, soğuk bir duş alıyor ve plan defterini doldurup dingin bir gün için kendisine sağlıklı bir kahvaltı hazırlıyordu. besleniyor ve sporuna dikkat etmesinin yanı sıra beni de bu döngüye davet için ikna etme çabalarına giriyordu. sevimli oluyordu. beni güldürüyordu.

hastaneden çıkalı üç ay oluyordu. bu süre zarfında çok bir şey yapamamıştım. daha çok kendi içimde bir şeyleri kabul etme çabasına girmiş ve karanlıklarla mücadele etmiştim. zihnimi aklamak için çok korkunç geceler geçirsem de yalnız olmamak beni bu kısır döngüden kurtarmıştı. ilaçlarım devam ediyordu, lakin bunlar daha çok vitamin niteliğindeydi. sante'nin hazırladığı yemeklerle daha iyi besleniyordum artık.

hastanedeyken yemek yemeyi reddeden bir bünyeden buralara kadar gelen kendimi tebrik ettikten sonra kendimle ilgilenme ve kabullenme aşamasını içimde başlatmış bulunuyordum.

bu zor olmuştu. bunun kararı beni o kadar çok terletmişti ki bir süre aynalara bakamayıp kendimle yüzleşmekten kaçmıştım. fakat gittikçe her sabah yüzümü yıkarken bir-iki dakika aynada gözlerimle bakışıp kendi zihnimi olumlu düşünmeye itiyordum. evde sante'nin sesini duymak bu serüveni daha mümkün ve hızlı kılıyordu.

sevgiye aç kalmış gibi onu bir çırpıda kalbimin derinlerine koymuş ve kokusunu ilaç haline getirmiştim. sabahları ilk kendisi uyandığında hissediyor ve ben de arkasından uyanıyordum. yaklaşık bir aydır birlikte uyuyorduk ve bu durumun nedeni 1+1 tatlı, sahil kenarı müstakil bir evde kalmamızdan kaynaklanmıştı. öncesinde salonda uyumayı tercih eden bay hwang bir süredir içeride üşüdüğünü söyleyip yanımda uyumayı tercih etmişti.

canıma minnet.

hâlâ delisiyim bu oğlanın, bilirsiniz.
beni iyileştiriyor. bahse girerim o kapattıkları hastaneden daha iyi başarıyor bunu. insan sevdiği kişinin sınırları içindeyken daha farklı bakabiliyor hayata, bunu okuduğum o klasiklerden görmüş olsam da deneyimlemek daha farklı hissettiriyordu.

ay'a ay demiyordunuz. güneş, güneş olarak parlamıyordı. geceler daha bir anlamlıydı, gündüzler daha bir aydınlık. seviyor olmak daha sıcak, sevilmek daha yaşanılır kılıyor bu hayatı.

henüz 19 olsam da bu yaşıma kadar çok zor süreçler atlatmış ve vaktinden önce büyüyüp yaşlanmış gibi hissediyordum. hep gençliğimin en güzel yıllarını apar topar bir trene bindirmiş ve göndermiş gibiydim. aşk'ı aşk olarak tatmamış ve sevgiye içimdeki boşluk için ihtiyaç duymuştum. onu sağlıklı sevemeyip kendimi de yıpratmıştım.

alelacele yaşamıştım bu hayatı. alelacele geçip gitmişti saatlerim. içi boş ve vakitsiz anların kuklası olmuştum. itaat etmiştim karanlığa. sevgisiz bırakmıştım kendimi, öz saygımı yitirmiş ve duygularımı bir kağıt gibi buruşturup atmıştım.

ağırlayın azrail'i ✔️Where stories live. Discover now