kirli çorap sökükleri

176 29 23
                                    

bu adi yaşamın esareti bir zincirden farksız ruhumda. ruhuma söylenip dururum genelde, en bataklık orası diye. çamurlaştığı yetmezmiş gibi kirletti etrafı da, şimdilerde bir izbe balçığa batmış ve çıkmak için birilerinin ayaklarına sarılmışım gibiydim.

sante, ayaklarını kirlettiğim.

özgürlüğümü keşfettiğimi sandığım zamanların birinde kahkaha atıp çok geçmeden de bağıra çağıra ağlamaya başlamıştım. biraz daha açacak olursam konuyu ve bunun adına da detay dersek yere eğilmiş ve yalvarırcasına bakmıştım gökyüzüne. tanrı'yla olan ilişkimin kafamdaki antlaşması çoktan kötülüğü en edinmiş ve özümsemiş olarak karalanmakta.

bir antlaşma daha yapılırsa çivilerler beni cehennem kapısına.

kopuk hissettiğim akşamların birindeydim yine. tekrarlanması bile garip gelmiyordu artık. bu yenilgiyi kabul etmiş olmak bile bir yerde dünya üzerindeki varlığıma lanet dizerdi ama dilimdeki kelimeler eskimişti çoktan. yenisine de lüzum yoktu.

sante ile karşılıklı oturduğumuz koltuklarda neyin iç savaşını verdiğimizi pek bilmesekte bir süredir iletişim konusunda dengezileşmiştik.

bu benim safsatalığın aykırı demlerinden ibaretken o düzene sokamadığı kafamın davasındaydı.

sertçe yutkunmuş ve hemen ardından sinirle bakmıştı gözlerime, tepkisiz bir etkiyle seyrettim öfkeye bürünen gözlerini.

sanahtandır söylediği sözler kafamda yer edinmişken biraz daha uslu davranarak oturmuştum karşısına. bana kalsa bu toksik ilişkinin son demlerini yaşayıp bırakırdık ama bu adam bir yerlerde karanlık seviyor gibiydi, çünkü bırakmamak için de yemin etmiş gibi davranıyordu.

gözü dönmüştü. gözüm dönmüştü.

yaşam adı altında herhangi bir fonksiyon geliştirmek istemeyişimin yemini henüz dilimde tazeyken beni esir almış gibi tutmuştu odasında.

ağlamıyordum mesela, artık.

tepkilerim genelde silikleşmişti yüzümde, bu ifadesizliğe nevale derlerdi. onun adını yaşıyordum, nevaleliğin.

dürttüğü ruhum çoktan yedi kat aşağı indirilmişti, bunu biliyor olması gerekirdi. çünkü ona söylemiştim, yaşam bir şey ifade etmiyordu artık.

tanrı son zamanları bana bir şekilde bağışlamış olabilirdi, onunla geçirdiğim anlar tarifsiz bir zevkten ibaretti. hayallerimi gerçekleştirdiğini de söyleyebilirdim. ama inanç uyumsuzluğum nedeniyle olsa gerek yok oluşum için başlatılan bir yangın her yeri aleve vermeye başlamıştı. sanki kimin elini tutarsam onu çekermişim gibiydim cehenneme. böyle bir lanetin ana evladı olmak beni duygusuzlaştırmıştı.

hem isyankarlığımın özünde doğumum vardı. binlerce küfür dilimdeydi belki, hiçbiri için halimin olmayışı yüzünden sessizdim artık.

"kopuk gerçekliğin ve isyanı özümseyişin seni eski felix'e götürür."

asla yenisinin gelmediğini bilmiyordu. hevesini kırmadım.

"bir yerde bunu kabullenişin seni öldürür."

azrail için beklediğim bilinir.

"yarattığın bu düşüncelerin sonunu ve sonumu yazar felix."

çoktan senaryosu yazılan hayatın kalemini ve mürekkebini saklamışlardı. başka kalem ve mürekkep denemiş olmam ise beni türlü karanlıkların kuklası yapmıştı.

lanetim bir kere yazılırdı, ben oyaladıkça daha çok kararırdı. şimdi elim kolum zift kadar ağır ve koyuydu. midem bulanıyordu.

dudaklarımı büzüp geriye yaslanmış ve baygın gözlerimle seyretmiştim yüzünü. beyaz teni solgundu, gözlerinin altı mor ve gözlerinin içine ise kan sıçramış gibi damar damar dağılmıştı.

hayran oldum o kırmızılığa. bilmese de olur artık.

"yarın, yeniden tedaviye başlayacaksın. doktorluk yaptığım hastaneye aldırdım bugün seni, yatış işlemleri onaylandı."

bu karar; yeme bozukluluğu, uykusuzluk, halüsinasyon ve kafamdaki seslerle gelişmiş olup sante adamının isteğiyle sonuca ulaşmış oluyordu.

doğrusu zamandan haberim yoktu, ne zamandır bu haldeydim ondan da emin değildim. uyku dedikleri şey bedenime bayıldığımda uğruyordu ve halimin harap oluşu bir yerlerde can sıkmıştı.

tedavi söz konusu olamazdı. yaş aldıkça kısıtlanan ruhumu somut olarakta sıkıştıramazdım dört duvar arasında. yeni isteklerim arasında deli divane gibi gezesim vardı. öyle yalın ayak bile giderdim.

ya da başka bir deyişle asıl özgürlüğe giderdim. yapılacak bir şey kalmamıştı benim için bu dünyada.

"istemiyorum." deyip dik dik bakmaya başladığımda histerik bir şekilde gülmüştü.

"isteğinle savaşacak gücüm kalmadı felix, beni daha fazla yorma."

"çek git." dedim bir anda, hiç beklemeden. zamanında onu görebilmek için türlü taklalar attığım adamı görmezden gelerek gitsin istemiştim.

"beni, bana bıraktığınız an asıl özgürlüğün keşfi başlayacak. çekin ellerinizi."

öyle bir nefret vardı ki dilimde, konuştukça kan kusuyor gibiydim.

"herkesliğin savunduğu bir yaşam diliminde seni sevdim, zarar veriyor oluşumuz oldukça toksik ve yardım barındıran ellerini tutmak istemiyorum." iç çekip eklemiştim. "iyi hiçbir şeye inanmıyorum. safsatadan ibaret olan iyi sözlerinizin ucu pisliğe batırılmış. görmeseniz de içinize sinen karanlığı yadırgıyorsunuz. sizden önce uyandım ve söylüyorum. tek gerçeğiniz kötülükler ve karanlıklar. iyileştirmeye çalışmayın. beyaz, siyahla birlikte gri olabilir, aydınlık vaadedmeksizin. gri, sönmüş küldür. alev aldıramazsın."

yılların yorgunluğu binmiş gibi düşürdü omuzlarınu, öyle ağrılı baktı ki gözlerimin içine tanıyamadı beni. dudaklarını araladı, kapattı. yeniden araladı ve yeniden kapattı. her ne demek istediyse boğazındaki düğüme dolandı, yutkundu ve seslice nefes verip bıkkın bir şekilde yüzünü sıvazladı.

"soğukta bıraktın beni felix."

ayağa kalkıp önümde diz çökmüş ve ellerini dizlerime dayamıştı.

"yeniden başlamalısın."

özgürlüğü ilk keşfettiğimdeki gibi gülmek istiyordum, bir parça ciddiyetsizlikle birlikte.

"çok fazla uğraştın, yoruldun ve böyle bir darbe daha beklemiyorken düştün. ama yine söz veriyorum, elimden tuttuğun sürece sana yeni yaşamları öğretebilirim. gözlerini başka bir pencereye çevirerek başlayabilirim. ışık alır ve hiç bahatların bitmediği bir yeri izleyebiliriz."

sözlerini sıralarken dizlerimi okşuyordu. ağrıyorlardı aslında, iyi geliyordu. fakat kafamın içindeki gürültü o kadatçr baskındı ki onu bazen duyamıyordum. dudaklarını izliyordum, öpmelere doyamadığım kırmızıları. pek öpememiş olsam da en büyük zaafımdı.

eğilip elimi yanağına koymuş ve bir küçük öpücük bırakmıştım dudaklarının üstüne. şaşırmamıştı, beklentiyle gözlerime bakıyordu.

iyi bir şey olarak görse de son kez'imdi.

iyi bir şey olarak görse de son kez'imdi

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


hm.

ağırlayın azrail'i ✔️Where stories live. Discover now