18

919 118 3
                                    

Sıcak bir yaz günüydü. Çocuklar her zamanki gibi sarayın bahçesinde koşuşturuyor, eğitim alarak oyunlar oynuyordu. Park Jimin büyüdükçe daha da güzelleşiyordu ve Kral Min, oğlunun bu ufaklığa tutulacağına adı kadar emindi.

Yoongi'nin delta olduğu belli olalı çok zaman geçmemişti. Jimin'in feromonları ve güzelliği, gözlerinin ışığı da onun Yoongi'nin vitası olduğunu açıkça belli ediyordu.

Kral Min öfkeyle hareket edip arkadaşının oğlunu öldürmek istemedi. Ona bir seçenek sunmaya karar verdi.

"Ya Jimin'i öldür, ya da onu sakla. Zaten abisi yaşadığı sürece ona ihtiyacı olmayacak Yoongi'nin. Kararı sana bırakıyorum. Beni yüzüstü bırakma."

Babası, elbette ki biricik oğlunun ölmesine göz yumamazdı. Hızlıca izin alarak cadılardan biriyle iletişime geçmiş, güvenilir olduğundan emin olduktan sonra durumu ona açıklamıştı. Karşılaştığı cadı neyse ki iyi niyetliydi. Onlara yardım etmeyi kabul etmiş, ancak bir şart sunmuştu.

Birgün, kurtlar ve cadılar barış imzalayacaktı.

Park bunu düşünmeden kabul etmişti. Gelecekte ne olacağı umrunda değildi. Cadı bunu geleceği gören küresinden gördüğünü anlatmasına rağmen her şeyi onaylamakla yetinmişti. Sonuçta bunun olması imkansızdı. Olacaksa bile şimdiki Kral Min bunu asla kabul etmezdi. Yani bunu kendisi düşünmek zorunda değildi.

Her şey böyle başlamıştı. Herkes tek tek unutmuştu Jimin'i büyü sayesinde. Jimin bile kendi varlığını bir süre sorgulamış, ardından ilaçlar yüzünden omega olduğunu kabullenmişti. Bu yüzden saraydan uzak durması ve kendini saklaması gerektiğini sanıyordu.

Yanılıyordu.

Kral Min, Yoongi'nin önüne hiçbir şeyin çıkmasını istemediği için bir şekilde Jimin'i ortadan kaldırmak istemişti. Başarmıştı da.

Yıllar süren bu gizlilik hiç bitecek gibi değildi. Ta ki birgün suikasta kurban giden Park ailesi ve Kral Min ölene kadar.

Bu olay yaşandığı anda güçlü bağlar sayesinde Jimin her şeyi hissetmişti. Acısı günlerce daha da katlanmıştı. O zaman anlamıştı ki ortaya çıkması ve kralına itaat etmesi gerekiyordu. Bunun için yaratılmıştı çünkü. Fakat bir omega olarak nasıl yapacaktı bunu? Zaten hastaydı, ilaçlarını kullanmazsa ölebilirdi. Kralı hasta bir omegayı kabul eder miydi?

Etmişti.

Min Yoongi onu hep çok sevmişti.

İlaçlardan haberi yoktu, öğrendiğinde ise çok farklı şeyler düşünmüştü. Her şeyin babası yüzünden gerçekleştiğinden de haberi yoktu. Muhtemelen olmayacaktı da.

Emin olduğu tek şey vardı. Bebekliğinden beri tanıdığı bu çocuğu hep koruyup kollamak istemişti. Yakın arkadaşının kardeşi olduğu için onu sevmemeye çalışmıştı ama başaramamıştı. Sonuçta Park Jimin, dünyanın en sevilesi ve en tapılası varlığıydı onun için.

Aslına bakarsanız, tüm dünya için öyleydi.

Çünkü o bir vitaydı.

Herkesin her şeyi unutup da Jimin'i bir daha görmediği o günler hızlıca geçip gitmişti. Yoongi bile artık Jimin'i kafasından çıkartmıştı çünkü büyüdükçe sorumlulukları artmıştı. Onun artan sorumluluklarının eşit miktarı da arkadaşına yüklenmişti. Bu yükleri Jimin'in taşımasının imkanı yoktu, o yüzden onun saraya dönmesini hiçbir zaman istemedi.

Yine de beklemişti. Sürekli beraber okçuluk çalıştıkları o bahçede oturup belki geri döner diye yıllarca bunu dilemişti.

Dönmemişti.

Umudunu kaybetmesinin ardından delta olmanın verdiği ağırlığı dibine kadar yaşamış ve acımasız bir prense dönüşmüştü. Ailesi katledildikten sonra ise artık önemseyip sevdiği hiçbir şey kalmamıştı. Yaşamasının tek sebebi intikamdı.

İntikam ateşi onu kasıp kavururken aklına ne Jimin ne de krallık gelmişti.

Sonra ise aniden her şeyin değişme vaktinin geldiğini kanıtlar gibi ortaya Park Jimin çıkmıştı. Kendini yeniden hatırlatmış ve Yoongi'nin ölmüş hislerini tekrardan yeşertmişti.

ignotus peverell, myg&pjmWhere stories live. Discover now