-2.3-

176 20 258
                                    

-Geçmiş-

Yıl, 2008

Çalan alarmın sesi onu rahatsız etse de kapatmayan Amerika, balkonundan doğan güneşi izliyordu.

Sabahladığı bir gün daha mı? Tabii efendim.

Her zaman en sevdiği şekilde üstsüz yatağa girmişti, ama uyuyamadığı için -tabii ki sabaha karşı soğuk olmuştu- üstüne tişört giymeye de üşenince yorganını üstüne geçirmiş öylece kanepesine oturmuş balkondan doğan güneşi izliyordu şimdi.

Alarmı yarım saattir çalıyordu, ama yine de kulağını tırmalayan o iğrenç sesi bile kapatmaya üşeniyordu.

Ela gözleri, doğan güneşin ışığıyla parlıyordu, sarı saçları dağılmıştı, burnu hafif kızarmıştı ve gözlerinin altı şişti.

Tanıdığı diğer insanlar onun bu 'acınası derecede doğal' halini görse ne derdi?

Bütün saygılarını kaybederlerdi.

Bir kaçı hakaret ederdi- babası buna dahil-.

Bir kaçı gülerdi, dalga geçerdi.

Kimsenin korkuyla baktığı o Amerika'sı olamazdı.

Yanından geçtiği zayıf, küçük ufak devletleri korkutmayı severdi. Zevk alırdı bundan.

Güneş doğmuştu, Nisan ayının başlarında bile Washington soğuk kalmaya devam ederdi o yüzden Amerika güneşi çok dert etmiyordu. Güneşi severdi.

Saatin 8'i geçtiğini düşünürken, bir anda kapı çaldı.

Evet, sabahın köründe.

Evini bilen az insan vardı, ailesi dışında kimse bilmezdi yerini. O yüzden kardeşlerinden biri olabileceğini düşündü, yorganı üstünden attı ve tişört giyme zahmetine girmedi.

Balkonundan çıkınca odasındaki telefonun alarmını kapattı ve çabuk adımlarla aşağı kata, kapıya indi.

Kapının deliğinden bakma girişiminde bile bulunmadan kapıyı açtı.

"Günaydın-... B-Bay Amerika. Rahatsız etmedim umarım..."

Amerika uykudan allak bullak olmuş beyniyle karşısındaki kişinin Kanada olmadığı kanaatine vardığı an, şimşekler gökten IQ olarak onun beynine geldi.

Karşısında gözünü kaçıran hafif pembeleşmiş oğlana aval aval baktıktan sonra uykulu sesini yok edip cevap verdi.

"...günaydın bay Türkiye Cumhuriyeti, buyrun?"

Türkiye'nin de burnu kızarmıştı, soğuktan elbet. Gözlüğü ile ilk defa görüyordu onu Amerika. Tatlı göründüğünü düşünmüştü, beyni ona tatlı olduğunu söylemişti resmen.

Anında red edilen bir düşünce akışından başka birşey değildi elbet.

Kahverengi paltosunun -Amerika bu sefer de onun o palto içinde harika göründüğünü düşünürken- içinden birkaç dosya çıkardı ve kocaman bir gülümseme ile onları Amerika'ya uzattı.

"Dün bunları NATO binasında unutmuşsunuz. Bugün pazar olduğu için orası kapalı olacaktı, bende bunların acil olduğunu bildiğim için gecikme olmasın diye size getireyim dedim. Aslında akşam gelecektim ama... Üzgünüm birkaç işim çıktı. Tekrar kusura bakmayın."

Amerika'nın beynindeki yapbozlar birleşince, dün ne kadar beyni bulanmış bir şekilde toplantı salonunu terk ettiğini hatırladı. Türkiye'nin soğuktan üşümüş ufak -evet Amerika'ya göre ufaktı fakat Yunanistan o 'ufak' eller ile günde en az 3 kez yumruk yiyip biçim değiştiriyordu- ellerinden dosyaları aldı.

"Ben çok teşekkür ederim... Dün dün biraz dalgındım. Tekrar sağol."

Türkiye kafasını olumlu anlamda salladı. "Rica ederim."

"Şey yanlış anlama ama, evimi nasıl buldun?"

"Bay Kanada'dan rica ettim."

"Ve o da sana adresi sorgusuz sualsiz verdi?"

Türkiye gözlerini yere çevirdi. "Eh..."

"..."

Amerika sonradan üst üste yaptığı sorgunun çok saçma olduğunu fark etti ve hemen sessizliği bitirdi.

"Ah Tanrım, ne diyorum ben teşekkür etmem gereken yere."

"Sorun değil, izninizle iyi-"

"E ama içeri gelseydin? Kendi ülkeden buraya gelmişsin hemde sabahın köründe?"

"Şey ben gideyim ya b-"

"Içeri gel Türkiye, en azından soluklan."

Türkiye utana sıkıla, Amerika'nın ağzına kadar açtığı ve içeri geçmesi için yol açtı kapıdan girdi.

Amerika kapıyı kapattığı an, üzerinde tişört olmadığı aklına geldi.

Bu sefer utanma sırası biraz ondaydı.

-~-

"Sen niye benim daha doğru düzgün tanımadığım bir kişiye ev adresimi veriyorsun?!"

"Oh Türkiye mi? Hadi ama Amerika abartma, teröriste vermedim adresini."

"Bak Kanada, orası benim özel mülkiyetim bir kere... NİYE RASTGELE BİR ÜLKE BILIYOR?!"

Amerika bilgisayarlarında bakınırken bir yandan da Kanada ile konuşuyordu.

"... abartıyorsun. NATO dan değilmi? Düşmanın değil?"

"Nah düşmanım değil! Ortadoğu ülkesinden bahsediyoruz-"

"Eğer bunu Türkiye'nin yüzüne söyleseydin teröristten daha tehlikeli birine dönüşürdü."

"Bak kendin bile güvence vermiyorsun bana!"

"Bak Amerika, abartıyorsun diyorum birşey olmaz."

"En son İran benim evimi öğrendiğinde ne olmuştu?"

"..."

"Ne olmuştu Kanada?"

"...ev patlamıştı. Hemde içinde sen varken."

"Artık hiçbir Müslüman nüfuslu, Ortadoğu ülkesine saygım sevgim yok benim. Hepsinin canı cehenneme."

"Bak sana söylüyorum. Türkiye laik bir ülke, bir kısmı Avrupa bir kısmı Asya i-"

"Biliyorum o kadar cahil değilim. Aklıma İstanbullu ülke diye kodlamışım onu."

"Eee?! Daha ne atar yapıyorsun."

"Rusya ile büyük bir yakınlıkları var sence?! Yıllar önce NATO ya bile alırken şüpheliydi, Sovyetler ile bir geçmişi vardı."

"Of Amerika, şimdi ne yapacaksın?"

"Zaten incelemeyi düşünüyordum. Onu takip edeceğim."

"Özel hayatın gizliliği?"

"Sen onu benim adresimi ona vermeden bilecektin."

"Türkiye benim yakın dostumdur. Ona sonsuz bir güvenim var."

"Göreceğiz."

Amerika telefonunu kapattı ve arkasını yaslanıp bilgisayarın üzerinde duran Türkiye'nin resmine baktı.

"Kimsin?"

"Ve neden beni öyle görünce iğrenmedin?"

Amerika'nın içi yine bir hoş oldu, gözlerinin önüne kapıyı açtığı hali geliyordu ve Türkiye'nin buna -tişortsüz görmesi dışında- hiçbir tepki göstermemesi...

"Sende... Kimsin?"

Şimdi Türkiye ile yakınlaşmaya başlayacak kişi oydu.

-Devam edecek-

Arkamızdaki Günler -CountryHumansWhere stories live. Discover now