-2.6-

113 12 104
                                    

29 Ekim özel bölümünü unutun. Silinmiş çünkü...

Bu bölüm kafanızdaki her bir soru işaretini kaldırmış olacağım umarım, iyi okumalar.

-~-

Yıl, 1756

Herşeyin başladığı zaman.

Günlerden salı, sarayda durgun bir gün yaşanmış, akşam yemeği yenmiş herkes odasına çekilmişti.

Kılıcını bilemek ile meşgul olan Osmanlı imparatorluğu, genç görünüyordu. Ülkesi en iyi zamanlarını yaşıyordu, üzerine düşüp endişelenecek birşeyi yoktu.

Haşmetli vücudu, Ağustos ayının kavurucu akşamı yüzünden giydiği incecik kıyafetlerden belirginleşiyordu. Dikkatini tamamen kılıcına verdiği için arkasında beliren davetsiz misafirin farkında bile değildi.

Arkasındaki kişi, kendisini farketmeyen ülkeye selam verdi.

"Cidden, çok odaklanmışsın."

Osmanlı irkildi ve elindeki kılıcı ile hazırlıklı bir şekilde arkasını döndü. Elbette korkmuştu, odasının kapısı bile açılmadan arkasında beliren şey vardı ve...

Bu şey, güzel bir kadındı...

Altın sarısı saçları, kristal gözleri vardı. Gözleri bir insanın gözleri gibi değildi, yapısı farklıydı sadece tek renk vardı başka bir hat ya da çizgi yoktu. Ten rengi o kadar koyuydu ki mum ışıklarında bile odanın bir duvarında dikkat çekmeden kamufle olabilecek kadar siyahtı. Tüllerden oluşmuş beyaz, sarı renklerinde bir kıyafeti vardı. Bu giyim şeklini Osmanlı hayatı boyunca hiç görmemişti.

Kadının elinde bir fazlalık vardı. Beyaz bir örtüyle sarılmış bir bebek vardı elinde. 

"Sen kimsin.. sen ne ha-"

"Elindeki kılıcı bırak lütfen, güzel bebeğimin korkmasını istemiyorum. Özellikle senin gibi birinden..."

Osmanlı yavaşça kılıcını bir kenara koydu ve kaşlarını çatıp önündeki kadına baktı.

"Buraya nasıl geldin ve... Kimsin?"

"Benim adım Heras. Büyük ihtimalle beni deli ilan edeceksin ama ben gelecekten geliyorum. Hemde çok uzak bir gelecekten."

Kadın tatlı tatlı gülümseyerek Osmanlıya baktı. Osmanlı kafasındaki binbir soruyu düşündü, taşındı ve diliyle karşısındaki kadına illetti. "Buna neden inanayım, imkansız şeyler söylüyorsun..."

"Osmanlı imparatorluğu... Şuan dünya üzerinde olan yüzlerce ülke arasından sizi seçtim. Lütfen beni umutsuz bırakmayın."

"Gelecekten geldiysen bile, benden ne istiyorsun...?"

Kadın kıkırdadı, gerçekten melek gibi görünüyordu.

"4350 yılından geliyorum. Heras krallığının son hanedan üyesiyim... Daha önce duymadın değil mi..? Çok normal çünkü ırkım dünyalı bile değil."

Heras, gözlerini masanın üstündeki su sürayisine dikti. "Bunun adı su? Muydu yoksa hava? Hepsini karıştırıyorum... Herneyse acelem var ve sana açık konuşmalıyım oturabilir miyim?"

Osmanlı yabancı bir madde gibi karşıladığı kadına müsade verdi, kadın kibarca tam Osmanlı'nın karşısına oturdu. Osmanlı da arkasındaki koltuğa bıraktı kendini.

"Irkların, ülkelerin yok edildiği bir zamandan geliyorum. Dünya iğrenç bir yer haline geldiği zaman din, ırk ve ülkeleri yok ederek barış bulmaya çalıştığı zamandan."

Arkamızdaki Günler -CountryHumansWhere stories live. Discover now