-2.8-

96 10 52
                                    

Kolunun altındaki bir sürü kitap, paltosunun arasında eziliyordu. Önündeki siyah deri kapıya uzun süredir bakıyordu ve içeri girme isteği gütmek bile istemiyordu ama aynı zamanda oraya girmek için can atıyordu. Belindeki tabancaya güveniyordu buralarda başına bir iş gelme olasılığı yoktu ona göre.

18 yaşlarında bir gençti, Hidra birkaç nedenden dolayı İstanbul'un gizli yeraltı mahallelerinden birinde bulup karşısına ne çıkacağını bilmediği bir yerde düşüncelerinin arasında kaybolduğu bir şekilde duruyordu. Hafif rutubet kokusu koridorda baskındı ama soğuk hava bu kokuyu filtreliyordu.

Kırmızı gözlerinin altında mor halkalar ve dağınık kızıl saçlı ile öylece duruyordu işte, birazdan o kapıyı açıp içeri girecekti.

Yıl, 1938 günlerden de 25 Aralık gece vakitleri sessizleşmişti Beykoz sokakları. Üstünde uzun süredir tüten o siyah dumanı ile Türkiye, her gün bayram gibi yeniliklere dolu havasına bir son vermişti 10 Kasım'da.

Yetişkinleri bırakın çocuklar bile gülmüyordu, camilerde bile müezzin her vakitte Atatürk hakkında bir konuşma yapıyor her o konuşmayı yaptığında da ağlamaya başlıyordu. Anaların evinde her gün ağıt sesleri vardı, öğretmenler işine giderken küçük öğrencileri etkilenmesin diye duygusuz bir surata bürünüyordu çünkü hepsi biliyordu bir duygu kırıntısı bile bir şimşek kopacaktı, sarı saçlı mavi gözlü bir adam belirecekti gözlerinde. Ağlamaya başlayacaktı hatta inandığı yaratıcıya yalvaracaktı, 'Atam neden gitti?'.

'Neden bizi bu kadar çabuk bıraktın Baba?'

Her saat her dakika her saniye, hiç gitmeden oradaydı o soru Hidra'nın aklında.

Etkisinden çıkmamıştı ölümünün, sadece rastgele bulduğu babasının masasında kendisine yazılmış bir notu okuyunca buraya gelme ihtiyacı hissetmişti. 1 aydır üstünde olan yorgunluk hemen uçtu gitti, koşa koşa o kağıtta yazan adrese gitti.

Titreyen kolları ile yavaşça kapının kulpunu indirdi, sanki orası onu bekliyordu başka kimse için giriş izni yoktu. Kapının gıcırtısı yayıldı büyük bir ses ile, kulağını tırmaladı. Önünde siyah loş bir koridor vardı.

Adımını attı, ilerledi. Gittikçe yaklaştıkça insan sesleri duyuyordu kalbi ağzında atmaya başlıyordu heyecanını doruklarında hissediyordu ama neye bu kadar heyecanlandığı hakkında da bir fikri yoktu.

Gözünün önünden mektup geçiyordu sadece. Yaklaştıkça kaderine...

"Uzun lafları sevmediğimi bilirsin, Türkiye'm. Geride fazla ıvır zıvır şey bırakmak da istemezdim ama Türkiye Cumhuriyeti ve gençliği bizi tanısın istedim. Her zaman bizi ve beni bilsin istedim, ismimi değil düşüncemi bilsin istedim. Benim yaşam hikayemi değil benim ilkemi bilsin istedim."

"Öleceğim gün yakın olduğundan bunu kaleme alıyorum, hissediyorum yaradan bana yakın görüyor bence şehadeti ama bende istemezdim bu kadar erken. Tek versiyetim, Türkiye Cumhuriyeti halkına güvenmektir. Bunun için bir şüphem yoktur, ant içerim."

"Bunu bulduğunda, artık kendini gelmeni istiyorum. Biliyorum, zor. Biliyorum, sarsıldın ama ben ilk gün seni o saraydan aldığım zamanki gözündeki kararlı ve cesur ışığın aynı kaldığına eminim. Senin içinde uygar olmaya her gün bir adım daha yaklaşan bir istiklal var. Senin halkın, her gün daha da ileri gidiyor cumhuriyetin ışığında ve sen bu aydın halka hizmet edecek bir devlet olacaksın. Halk da sana hizmet edecek bir topluluk olacak tıpkı sonsuza kadar temelinde egemenlik ve Türklük olacak olan o ölümsüz Türk devleti gibi."

"Dünya, buna izin vermeyecektir. Türk ne zaman bir adım yaklaşsa hayaline düşürürler en dibe kadar ama düşürende düşürülende Türk den başkası değildir. En dibinden de olsa yine de çıkar tepeye bir gün, az kalır orda sonra yine düşer tekrar çıkmak üzere."

Arkamızdaki Günler -CountryHumansTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang