16.Bölüm "AİLE"

60.4K 2.2K 548
                                    


Aile, sözlük anlamı, "Kadın, koca varsa çocuklardan oluşan, toplumun esas yapısını meydana getiren en küçük bütün," olarak tanımlanan dört harf, üç heceden oluşan bir kelimedir.

Benim lügatımda ise, kesinlikle kadın ve adamın evlenmesinin aile olmak için yeterli olamayacağı bir kavramdır. İçinde saygı ve sıcacık gülümsemenin eksik olmadığı, iki kişi ile başlayan, ileride de sayısı artabilen bir bütünlüktür. Arkanda hissedebileceğin bir destek, bir kuvvettir. Babanın şefkati, annenin merhameti hep ön plandadır. Şakalaşmalar, gülüşmeler evin içinde dolaşıp durur. Görünmez bir disiplinin olduğu, şeffaf duvarlara sahiptir. Her işi, sıkıntıyı, derdi sınıflandırma yapmadan, el birliği ile beraberce üstesinden gelmektir.

Benim hiçbir zaman sahip olamadığım ve olamayacağım belki de sayılı kelimelerden. Daha da beteri; mutlu bir aile.

Aile olmayı bile beceremiyorken, mutlu aile olmak... benim için fazla yüksek bir uçtu. Bazıları doğuştan şanslıydı bu konuda. Kimseye anne ve babasını seçme hakkı verilmezdi. Ama bazıları vardı ki sanki kendileri onca insanın arasından ebeveynlerini seçmiş gibi, gayet mutluydular.

Tek tek bireyleri incelediğimde ben de bizim ailede bir eksiklik göremiyordum.

Babam; tekrar dünyaya gelsem, yine baba olarak seçeceğim kişiydi. Üzerinde otoritesini hissettiğimiz, diğer yandan da yumuşak, şefkat sahibi bir adamdı.

Annem; abimle benden daha fazla ilgilense de biliyordum ki her annenin evlatlarını birbirinden ayıramadığı gibi, annem de ayırmıyordu. Hep olumlu ve en doğru kararı vermek için çalışan biriydi. Adaletli olması bir yana, öyle evlatları üzerine değişik gelecek planları kuran bir anne de değildi.

Abim; belki de hepsinden daha değerli, hepsinden çok beni düşünen oydu. Şimdi daha iyi anlıyordum ki beni o mutsuzluktan koparıp alması bilinçli bir hareketti. Eğer İstanbul'da yaşamaya devam etmeyip annemler ile İzmir'e taşınsaydık, hafızamdaki mutsuz aile tablosuna birçok sahne daha eklenecek, benim için her şey daha zor olacaktı. Zaten onlarsız yaşadığım yıllar boyunca, ailem sadece abim olmuştu. Alışmıştım onları görmemeye.

Ben; abim her ne kadar başbelası olduğumu açıkça dile getirse de iyi bir kardeş, ders notlarımı ve gayet saygılı bir kişilik olduğumu göz önünde bulundurunca da iyi bir evlat olduğumu düşünüyordum. Bugüne kadar ciddi anlamda şikayetçi olduklarını belirten yanlış bir hareketim yoktu.

İşte öyle. Hepimizi tek tek ele aldığımızda hiçbirimizde sorun yok. Peki, o zaman neden bu mutsuzluk? Sorunun ne olduğunu çözmeye aklıma ermiyordu. Beraberken mutsuzduk. Ağabeyimle ayrı yaşamaya başlamıştık, bizim açımızdan sorun olmasa da annemler yine mutsuzdu. Buradan da anlayacağımız gibi, sorun bizde değil, onların, karı-koca ilişkisindeydi.

İnsan bildiklerini, bilmese dahi biraz kafa yorup ulaşabileceği gerçeklerle yüzleşmekten ölümüne kaçınca, hiç karşısına çıkmayacak gibi bir yalana kaptırıyordu kendini. Ama en acı şekilde çıkıyordu işte.

Hem de Hakan gibi birinden. Baştan beri biliyordu demek. Demek, abimin iş dediği bu olaydı. Hani, beni de ilgilendiren. Kızgınlığımı mı yaşasam yoksa olayın dehşete karışık şokunu mu seçememiştim. Yüzüme ikisinin arası bir ifade takınmış olacağım ki, Hakan kafasını benden başka yöne çevirip ağzından kaçan cümlenin pişmanlığı ile dolup taştı. Sesimi bulamıyordum ki konuşayım. Ne diyecektim? Söylediği cümle o kadar açık ve netti ki kafamdaki bütün karmaşayı sonlandırmıştı. Söylediğinin doğruluk payını soruşturamadan teslim olmuştum.

TAKINTIWhere stories live. Discover now