II

3.2K 324 36
                                    

Pek kalabalık bir yerde oturduğumu söyleyemezdim, genelde sokağımız sessiz olurdu ve basık evleri her zaman iç karartıcı görünürdü. İnsanlar burayı sevmezdi, ama insanları dış dünyadan gelen birilerinin dedikodusunu yapmayı çok severlerdi.

Byun Baekhyun'un devasa karavanıyla sokağın sonundaki evin dükkanına yerleşmesinden sadece üç gün geçmesine rağmen hemen onun hakkında bir şeyler dönmeye başlamasında olduğu gibi.

Bir deli olduğunu düşünüyorlardı. Mavi saçlı, Batman baskılı beyaz tişörtünün yakalarına ve kol uçlarına onlarca çengelli iğne takıp o halde markete gidebilecek bir cesarete sahip olan bir deli. Giydiği sarı pantolonları ve sol kulağındaki metal, üçgen küpesinden dolayı onu bir kıza benzetiyorlardı. Herkes çirkin bir yüzü olduğunu ve eğer bir erkekse, yakışıklı olmak zorunda olması gerektiğini söyleyip duruyordu fakat içten içe Byun'un çekiciliğini kıskandıklarını anlamak zor değildi.

Fakat bütün bunları onun çok da umursadığını sanmıyordum. Çünkü hala renkli pantolonlar giymeye devam ediyordu; geçici sprey boyalarıyla saçlarını griye, mora, kırmızıya boyuyordu; farklı büyüklüklerde, değişik desenli küpeler ve yüzükler takıyordu ve hala tişörtleri gereğinden fazla tuhaftı. Hatta bir keresinde, kendisinin arkasından konuşan Bayan Choi'ye selam verdiğini bile görmüştüm.

İnsanlar onun hakkında tonlarca şey uyduruyordu fakat o bir tanesini bile umursamıyordu. Gerçekten, ne de tuhaftı.

Byun Baekhyun'a alışmam zor olmamıştı. Gündelik bahçedeki çiçeklerle uğraşma bahanesiyle bahçeye iniyordum ve arka tarafa dolanıp dükkanın perdesiz penceresinden onu izliyordum. Gürültülü müziğine kafa sallayarak eşlik ederken duvarları büyük rulo fırçalarıyla farklı farklı renklere boyayışını izlemek keyifliydi.

Gün geçtikçe karavanından daha fazla kutu taşıdığını fark etmiştim. Her seferinde kutuların ebatları büyüyordu ama o kısa kollarıyla devasa şeyleri taşımaya çalışıyordu inatla. Beni çağırmasını bekliyordum, beni çağırmasını ve kendisine yardımcı olmamı istemesini. Yanına gitmeye cesaretim yoktu fakat o, canla başla kutuları dükkana taşıyışını izlediğimi bildiği halde, benden bir talep de bulunmamıştı. Oysa ondan uzundum, boyu kadar olan kutularını taşımakta hiç zorluk çekmezdim.

"Bütün paramı bu dükkana harcadım," demişti bir keresinde, kalçasını karton kutuya yaslamış dinlenirken aniden başını kaldırıp bana seslenmişti. "Tek kuruşum kalmadı, anlarsın ya. Kargoya verecek param yok ve bu lanet şeyleri tek başıma taşımak zorundayım."

Ağır ağır başımı sallarken ne diyeceğimi düşünüyordum. "Eğer istersen sana yardımcı olabilir-"

Ne diyeceğimi saniyesinde anlamıştı, yüzündeki geniş gülümsemesi silinmeden ''Ah, hayır,'' dediğini hatırlıyordum. ''Bebeklerime kimsenin dokunmasına izin vermem.''

Ardından aylak aylak kutuyu kavrayıp tek kelime daha etmeden yoluna devam etmişti. Bazen, Byun Baekhyun'un cesaretinden istemiyor değildim.

Büyük fırçaları ve her renkten boyaları vardı. Dükkanın her bir köşesinde büyüklü küçüklü tuvaller görüyordu gözlerim, yarısı boştu ve yarısı karalama olarak nitelendireceğim resimlerle doluydu. Byun Baekhyun küçücük dükkanın içinde adeta gökyüzünü saklıyordu.

Yine arka bahçedeydim, duvar kenarında kalan çiçekleri sulama bahanesiyle buraya gelmiştim fakat yine ve yine Baekhyun'u ve onun büyülü dünyasını seyrediyordum. İki saat önce sonuncusunu da taşıdığı kutuları açtığını görmüştüm, her birinden ayrı resimler, boyalar, fırçalar ve karakalem malzemeleri çıkmıştı. 'Bebeklerim' dediğinde ne demek istediğini şu anda anlayabiliyordum ancak, gerçekten, onları incitmekten korkarcasına elinde tutuyor, özenle yerlerine yerleştiriyordu.

drowning shadows - chanbaekWhere stories live. Discover now