X

1.3K 219 32
                                    

Baekhyun bütün gün uyudu.

Geldiği sırada fena halde yorgundu, gözleri kızarmıştı. Birbirine girmiş saçlarını kırmızı tişörtüme yaslayıp saatlerce ağladı. Onu sarmalayıp dükkanın arkasında kalan küçük odasına götürdüm. Benden, kendisiyle uyumamı istediğinde itiraz etmedim. Saçlarını öperek onu sakinleştirmeye çalıştığımda bile hala ağlamaya devam ediyor ve ne kadar kötü biri olduğunu söyleyip duruyordu. Fakat ne olduğunu söylemedi. Onu, bu hale getiren şeyi bir türlü öğrenemedim.

Bahçedeydim. Sözde çiçekleri sulamakla meşgulken düşünüyordum. Baekhyun'u, kendimi, ne ara birlikte uyuyabilecek dereceye geldiğimizi, onun geçmişim dediklerini düşünüyordum. Ben kötü biriyim, derken neyi kastettiğini, onu sevmekten vazgeçeceğimi söylediğinde, gerçekten de öyle yapıp yapmayacağımı düşünüyordum.

Ona, ne olursa olsun ondan vazgeçmeyeceğimi bizzat ben söylemiştim, bunu iyi hatırlıyordum fakat söyledikleri beni korkutuyordu. Baekhyun'u seviyordum ben. Hayatıma giren en güzel şey olduğunu iddia edebilirdim. Her şeyiyle güzeldi; sesi, gülüşü, saçları.. Ona öylesine alışmıştım ki, ortalıktan kaybolduğu iki gün içersinde bile kafayı yiyecektim.

"Hey, merhaba."

Yanıma oturduğunu ancak bana seslendiğinde farkedebildim. Saçları iyice birbirine girmişti, uyumaktan gözleri küçülmüştü ve hala bitkindi. Fakat yüzünde asılı kalan ufak tebessümü görülmeye değerdi. Kendimi ilk tanıştığımız andaki gibi hissettim birden, o zaman da bana böyle bakıyordu.

"O gün seni öylece bırakıp gittiğim için üzgünüm," diye mırıldandı yavaşça, gözlerini elimde tuttuğum sulama ibriğinden ayırmıyordu. "Fakat-"

"Önemli değil," dedim her ne kadar önemli olduğunu bilsem de, fakat bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. Bu onu yoracaktı ve benim de daha da moralimi bozacaktı. "Sadece bir daha yapma, çünkü neredeyse meraktan öle-"

"Fakat alışmalısın, Chanyeol," diyerek tamamladı az önce yarım bıraktığım cümlesini, duyduklarım bende bir şok etkisi bıraktı. Bakışlarım olduğu gibi gözlerini bulduğunda, beni izlediğini gördüm. "Alışmalısın, alışmak zorundasın. İlkti ama son değil."

Bir süre öylece kaldım bir şey diyemeden. Dudaklarım sıkıca birbirine kenetlenmişken söylediklerini anlamaya çalıştım. Aynı cümleler tekrar tekrar kafamın içinde turlarken kabullenemiyordum duyduklarımı fakat kulaklarım uğulduyor ve söyledikleri dışında bir şey duyamıyordum.

Ben mutlu sonlara inanan biriydim. Kendi kendime okumayı söktüğümde ezberlediğim ince masal kitapları bana bunu öğretirdi: hiçbir hayat mutsuz sonlanmazdı. Ayrılanlar kavuşur, iyiler hep kazanırdı. Prens binbir güçlük çekerdi, ama sonunda prensesine kavuşurdu işte, ve mutlu sonla biterdi. Biz de olmalıydık. Belki o kadar zor değildi ama mutlu bitmeliydi, mutlu bitmek zorundaydı.

Oysa Baekhyun, masalın ortasında bütün umutlarımı kırmıştı, mutsuz biteceğini tahmin etmek zor değildi. Fakat bunu kabullenemiyordum. Bana şaka yaptığını, her zaman yanımda olacağını söylemesini istiyordum.

Elimdeki ibriği bir kenara bıraktım ve yanına yaklaştım. Ellerini avcuma çekip konuşurken sesim titriyordu. "Ne diyorsun sen?"

"Beni duydun," diye mırıldandı.

"Duydum, evet ama neden bahsettiğini anlayamıyorum. Son değil, demek de ne demek Baekhyun?"

"Sana zarar vermek istemiyorum çünkü," dedi, yüzüme değil, iç içe geçmiş parmaklarımıza bakıyordu. "Beni tanımıyorsun, ve beni tanıyamadan benden kopmanı istiyorum. Seni daha fazla incitmek istemiyorum, Chan, lütfen-"

"Lanet olsun, vazgeç bundan!" Sesim patladı, sürekli olarak kendisini tanımadığımı söylememeliydi, kendime hakim olamıyordum. "Seni tanıyorum, Baekhyun. Sen, bana zarar verebilecek son insansın. Bana asla zarar vermezsin, veremezsin, biliyorum çünkü seni tanıyorum."

"Anlamıyorsun," diye mırıldandı, hırçın ses tonunu kaçırmamıştım. "Ya da anlamak istemiyorsun. Sana, benden kopman gerektiğini söylüyorum çünkü beni benden daha iyi tanıyan başka birisi daha yok. Ben kötü biriyim, seni haketmiyorum bile. En başından sana bağlanmam hataydı, anlıyor musun? Sana yaklaşmam, sana aşık olmam, sana zarar vermem; hepsi birer hataydı. Seni de kendi lanetime bulaştırdım ve lanet olsun, bunun için çok pişmanım!"

Dolan gözlerini gördüğümde kolumu omzuna sardım, kendime çektim. İtiraz etmedi. Bana aşık olmasının bir hata olduğunu söylerken benim omzumda ağlıyordu. Söyledikleri içimde derin çukurlar kazıyordu ve hepsini, bütün saçmaladığı şeyleri oraya gömmek ve unutmak istiyordum. Mümkün değildi ama istiyordum işte.

"Üzgünüm," diye fısıldadı. "Üzgünüm Chanyeol, gerçekten. Sana yaşattığım bütün her şey için özür dilerim, ve yaşatacaklarım içinde. Seni seviyorum fakat senden kopmam gerek, bunun da bilincindeyim. Eğer ileride beni tanırsan, benden nefret edeceğin düşüncesi dahi canımı acıtıyor ve o zamana gelmeden, hayatından çıkmam gerek."

"Susma," diye fısıldadım, söylediklerine rağmen saçlarını öpme dürtümü bir türlü bastıramadım. "Neden susuyorsun, anlat bana. İnan, senden nefret etmemin imkanı yok."

Parmaklarımı sıktı ve "Sana asla girmemeni söylediğim odayı hatırlıyor musun?" dedi başını kaldırıp. Gözlerinin önüne düşen saçlarını ittiğimde gülümsemeye çalıştığını gördüm. Biraz sonra başımı salladım ve o, az önceki hallerini aratmayacak cinsten garip bir ses tonuyla kulağıma fısıldadı: "Kendimi oraya sakladım. Beni ancak orada bulabilirsin."

Ve daha sonra dudaklarını çenemde hissettim, yavaş yavaş yukarı çıkıp dudaklarımı öptü ve ardından, hızla koşmaya başladı. Koşmaya ve benden olabildiğince uzaklaşmaya.

drowning shadows - chanbaekWhere stories live. Discover now