XI

1.2K 212 15
                                    

Aslında sır dolu odanın kapısını kalbim ağzımda aralarken kafam çok başka yerlerdeydi. Baekhyun'un çoktan beni bırakıp gittiğini ve benim ona yetişip durdurmam için çok geç olduğunun ihtimali bile beni derin bir acının içine hapsediyordu. Fakat halen buradaydım, burada, kendimi, sonunda onu tanıyacağım düşüncesi ile oyalıyordum.

Ya da yalnızca oyalamaya çalışıyordum, her neyse işte.

Fazla korku filmi izlemiş olabilirdim, fakat kapalı kapının ardında çürümüş bir cesetle karşılaşma ihtimalinin düşüncesi, benim küçük beynime engel olabileceğim bir şey değildi. Korkuyordum. Her şeyle karşılaşabilirdim, bu Baekhyun'du, ne zaman ne yapacağı belli olmazdı.

Derin bir nefesi içime çekip kapı kolunu aşağı indirdiğimde boya kokusu beni karşıladığında şaşırmadım. Ne bekliyordum ki? İçerisi Baekhyun'un bana göstermemek için direttiği resimleriyle doluydu. Duvarlara aceleyle karaladıklarını asmıştı, ilerledikçe emek de artıyordu.

Cam kenarında gördüğüm ufak tuval beni şaşırtan ilk şey oldu. O gün, ısrarları üzerine onunla çalışma kararı almıştım, hatta o gün bana küçük gelen önlüğü giydirmiş ve benimle dalga geçmişti. İyi hatırlıyordum, benden, beni anlatacak bir şeyler resmetmemi istemişti, bense gelişine renkler kullandığımda bana kızmıştı. Güzel bir gündü. Her ne kadar pek bir şey ortaya koyamasam da resmim de buradaydı, bunu sakladığına inanamıyordum.

Benim resmimin yanında bulunan resme döndü gözlerim. Kısa bir erkek figürü çiziliydi. Gülümsüyordu, bir elinde papatyalar tutarken diğerinde üst üste dizili kurabiyeler vardı. Dalgalı saçlarının ardından başlayan fonu, üçgenler oluşturuyordu. Üçgenlerin hepsi farklı renklerde ve birbirinden orantısız boyutlardaydı.

Daha sonra onu gördüm; Baekhyun'un ta kendisini. Dudakları öpmekten vazgeçmediğim pembelikteydi ve esnemiş yarım bir gülümseme barındırıyordu. Gözlerinde mahçup bir ifade vardı, yanakları hafiften kırmızıydı ve saçlarında her renkten vardı. Fakat burnu yoktu.

Sarah'nın evinden getirdiğimiz oyuncak dolu kutunun da burada olduğunu gördüm, hemen yanında ise ince bir iple bağlanılıp rulo haline getirilmiş kağıtlar vardı. İpin birini çektim ve kıvrılmış kağıt kendiliğinden kayıp açılırken önümü hafif bir toz dumanı buladı. Öksürüp gözlerimi araladığımda rengarenk bir kağıt karşıladı. Fazlasıyla yıpranmış kenarları bu döneme ait olmadığını dile getiriyordu, kağıdın üzerindeki boyalar yer yer dökülmüştü. Buna rağmen capcanlıydı, renkli kuşaklar her yerdeydi.

Elimdekini bırakıp bir diğerini açtığımda, az öncekinden doğan Baekhyun'un ne kadar da renkli bir kişiliğe sahip olduğu düşüncesi yerle bir oldu. Elimde tutmaya devam ettiğim resim fazlasıyla soluktu. Kağıdın bir köşesinden başlayıp sonuna kadar çizilmiş ağacın tam orta gövdesinde, derin bir yarık vardı. Yarığın dışından sarkan pelüş ayıcık ise siyahtı; sadece siyah.

Diğer ikisine göre daha küçük ebatlara sahip olan ruloyu açtığımda daha farklı bir şeyle karşılaşmayı bekliyordum kağıt tamamiyle kırmızıya boyalıydı. Tam ortasında, iplerle birbirine bağlanmış papatya tacı bulunuyordu. Fakat garip olarak, papatyalar soluktu ve hiç güzel bir görüntü oluşturmadığı belliydi.

Aklıma dolan düşüncelerle elimdeki kağıtları bırakıp yerimden sıçramam bir oldu. Bir halt anladığım yoktu fakat aklıma dolan düşünceler ağlamak istememe neden oluyordu. Düşünmek istemiyordum, resimlerin ne anlattığını anlamak istemiyordum.

Baekhyun'dan, beni buraya gönderdiği için nefret ediyordum.

Dükkandan hızla çıktım, bahçede beni arayan babamla karşılaştım fakat durmadım. Koşmaya devam ettim. Nereye gittiğimi bile bilmiyordum ama ayaklarım belli bir doğrultuda ilerliyorlardı. Gözlerimden akan tuzlu damlalar sıkı sıkıya kapadığım dudaklarımı ıslatıyorlardı, fakat neden ağladığımı ben bile bilmiyordum! Baekhyun'un gitmesinden, hatta kendine bir şey yapmasından korkarak öylece koşuyordum. Koşuyordum, ve onu bulana dek koşmaya devam edecektim.

*

drowning shadows - chanbaekWhere stories live. Discover now