XII

1.4K 214 50
                                    

Baekhyun'u bulduğumda tepenin oradaydı. Sessizce bankta oturuyor, arada bir çenesini dikip burnunu çekiyordu. Ağladığını anlamamak aptallık olurdu.

Hoş, benim de bir farkım yoktu. Bunca zamana dek aptal değil miydim, zaten?

Alnına dökülen saçlarını gelişigüzel arkaya tararken gözleri beni buldu ve beni parçalara ayıran yaşlı gözlerine rağmen sıcacık gülümsedi. "Ah, geldin mi? Ben de seni bekliyordum."

Kirpiklerimi kırpıştırıp göz pınarlarımda beliren yaşlardan kurtulmaya çalıştım. Bir şey söylemedim, bir şeyleri unutmaya çalışan ses tonu bile bana acı veriyordu.

"Gördün mü, her şeyi?" diye mırıldandı biraz sonra, benden bir karşılık alamayınca devam etti. "Buldun mu peki, beni?"

Ellerimin tersiyle gözlerimi silerken önünde çöktüm ve dizlerinde sabitlediği minik ellerini kavradım. "Bulamadım. Lanet olsun, ne seni ne de başka bir şeyi buldum. Beni neden oraya gönderdin?"

Gülümsedi ve tek elini parmaklarımın arasından kurtarıp yanağımı okşadı. "Beni tanıyasın, diye. Hani diyordun ya hep, seni tanıyorum, diye, işte beni hiç tanımıyordun Chanyeol. Ben sadece sana yol gösterdim, sense sonundan pek memnun değil gibisin."

Ne kadar çabalasam da başaramıyordum, kendime bir türlü engel olamıyordum. Baekhyun bana binbir türlü duyguyu yaşattığının farkında değildi. Yanağımdan çeneme süzülen yaşların sebebi oydu, dudaklarımdaki aciz gülümsemenin sahibi onun gözlerindeki parıltılardı, kalbimin patlayacak derecede atmasının temelinde onun güzel yüzü yatıyordu. Beni paramparça ediyordu ve bunun bilincinde değildi.

"Değilim, memnun falan değilim. Hiçbir bok anlamadım fakat kahretsin, korkuyorum. Deli gibi korkuyorum, Baekhyun. Kendine bir şey yapmandan, o saçma resimlerden, senin.."

"Benim, ne?" Yüz hizamda eğilip yüzümü avuçları arasına aldı. "Benim kim olduğumdan mı korkuyorsun?" Usulca başımı salladım, bunun üzerine ayaklandı fakat hala bir eli elimdeydi. "Öyleyse, gel benimle."

İtiraz etmedim. İtiraz edemedim, sadece onu takip ettim. Aklımda dolaşan ürkütücü düşüncelerimi, onun sesinden duymak daha da acı vericiydi.

*

Yaklaşık yarım saat önce çarparak kapatıp çıktığım ahşap kapı, bir kez daha Baekhyun tarafından gıcırdayarak açılırken nefesimi tuttum. Fakat benim aksime Baekhyun'un yüzünde neşeli bir sırıtış vardı. Makyajı akmıştı ve kurumuş yaşlar yanaklarında ince bir iz bırakmıştı.

"Chanyeol,"

Birbirine kenetlediği ellerimizi iyice birbirine dolayıp bana yaklaştığında sesi oldukça samimiydi. "Beni seviyor musun?"

İstemsizce gülerken omuzlarım titredi. Baekhyun'un elini çekiştirerek onu daha da yakınıma çektim, dudağına küçük bir öpücük bırakıp "Elbette," diye fısıldadım, küçük yüzü ellerim arasındaydı. "Elbette seviyorum. Hem de çok. Ne saçma bir soru bu? Cevabını bilmiyorsun ya, sanki."

Dudaklarında içten bir gülümseme belirdi. Bir nebze olsun içimdeki sıkıntıdan kurtulduğumu hissettim fakat, Baekhyun'un koyu irislerinde saklı anlamlar hala acıyı körüklüyordu.

Aslında acı hep vardı, tam bu anda fark ettiğim bir şeyse buydu: Acı her zaman, her yerdeydi. Belli bir zamanı ya da mekanı yoktu, belirsizdi.
Baekhyun'sa bendeki şubesini keşfetmeme yardımcı olmuştu sadece, çünkü onunla geçen her saniye boyunca acıyı hissediyordum. Gülüyordum, ama bir gün ondan kopma düşüncesi bana acı veriyordu. Onu öpüyor, sarılıyordum, saçlarını parmaklarımla tarayıp kulağına güzel şeyler fısıldıyordum fakat elbet bir gün bütün bunlardan mahrum kalacağım gerçeğinden haberdar olmak beni kahrediyordu. Sonsuz aşkı kim kaybetmişti de, biz bulalım? Baekhyun mutluysa ben de mutluydum, Baekhyun üzgünse ben de üzgündüm, Baekhyun'a bir şey olsa benim de canım yanardı ama, nereye kadardı?

drowning shadows - chanbaekTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang