VI

1.7K 254 21
                                    

Millet, tarihe geçin; işte, Baekhyun'la ilk kavgamızı ediyorduk.

Belki inanması zordur garip arkadaşlığımızdan dolayı, fakat ben ciddiydim. Partiye gitmek istediğini söylediğinde bunu öylesine söylediğini düşünmüştüm fakat gitme konusunda son derece kararlıydı. Öyle ki ikimiz için çift giysileri bile hazırlamış, babamdan benim için izin almayı unutmamıştı.

Pekala, Baekhyun'u kırmak, istediğim son şey bile olamazdı fakat şu kıyafetleri giymem de imkansızdı. Baekhyun'un tarzı sadece ona yakışıyordu; bol, eski kesim renkli pantolonlar sadece ona hastı, minik hayvan figürlü gömlekleri ve iğneli tişörtleri sadece onda güzel görünüyordu, parmaklarına geçirdiği yüzükler ve kulaklarındaki ufak küpeler sadece onu ışıl ışıl gösteriyordu. Baekhyun'un tarzı, sadece Baekhyun'un tarzıydı, ona özgüydü. Ve öyle kalmalıydı da.

Ben, paspal biriydim. Giyeceklerimi seçmez ve rahat hissettirecek şeylerin üzerimde nasıl duracağını düşünmeden direk giyinen tiplerdendim. Modayla alakam yoktu, kıyafetlerimin çoğu eskiye aitti ve genellikle hep soluk renkteydiler. Baekhyun'un tarzı -modası- bana uygun değildi, muhtemelen üzerimde berbat görünürdü ve insanlar benimle alay ederlerdi. Fakat umursadığım şey bu değildi; Baekhyun'un kendi hazırladığı kıyafetlerin kötü eleştirildiğinde ne hissedeceğini düşünüyordum. Çünkü Baekhyun'u tanıyordum, lakayt bir tavır takınırdı fakat en ufak bir şeyi bile beyninin en ücra köşelerine not düşmeyi unutmazdı.

Ama Baekhyun anlamıyordu neyi nasıl düşündüğümü, kendi tarzını aşağıladığımı ve berbat bulduğumu düşünüyordu.
"Bana bunları giydirebilmen için ilk önce beni öldürmen gerekir."

"O yıldızları dikebilmek için defalarca kez ellerimi kanattım!"

İç çekip Baekhyun'a döndüm. "Bak, bütün bunlar sana yakışıyor olabilir ama.." Masaya özenle yerleştirdiği giysilerden birini gelişigüzel alıp üzerime tuttum. "Beni maymuna çevirir. Anlıyor musun? Bütün bir akşamı insanların alay konusu olmaktan utanarak geçirmek, istediğim son şey bile değil."

"Maymun tarzına sahip olduğumu mu düşünüyorsun? Bu mu yani?"

Alt dudağını büzdüğünü gördüğüm anda, seçtiğim kelimelere lanet ettim. Tanrı aşkına, neyden bahsediyordum ben? Daha fazla nasıl berbat edebilirdim durumu?

"Hayır, hayır öyle demek iste.."

"Farklı saçlarım var, giyimim çoğunlukla bir deliyi andırıyor ve çoğunlukla kıza benzediğim duyumunu alıyorum. Hayır, alınmıyorum. İnsanların hakkımda ne düşündüğünü umursamayı uzun zaman önce bıraktım fakat," Bakışları gözlerimi bulduğunda yutkunmaktan alamadım kendimi. "Bu acıttı Chanyeol, gerçekten. Özellikle senin bunu söylemen.."

"Baekhyun," diye mırıldandım ama çoktan arkasını dönmüş kapıya ilerliyordu. Durması için bir kez daha seslendim fakat beni takmadı, öylece, kapının kapanmasıyla kalakaldım.

*

Bir saat sonra Baekhyun'un devasa karavanının önündeydim. Üzerimde 'maymun' tarzı çift tişörtü -yakalarında parlak pullardan yapılmış yıldızlar dikiliydi ve kol uçları renkli fırça izleriyle kaplıydı-, bacaklarımda ise Baekhyun'un bana, sırf şu parti şamatası için aldığı siyah pantolon vardı. Pekalaa, her ne kadar onca laf etsem de, üzerimde iyi durduklarını inkar edecek değildim. En azından, maymunla ilgim yoktu. Daha çok Baekhyun-vari olmuştu ama hala benim için biraz tuhaftı.

Karavanın kahverengi kapısını birkez daha tıklattım ve kulağımı dayadım. "Baekhyun, açacak mısın?" diye mırıldandım. "Bak, üzgünüm tamam mı? Öyle demek istemediğimi sen de biliyorsun, ben sadece-" İçeriden bir takım sesler yükseldi. "Baekhyun?"

"Lanet olsun," diye boğuk sesini duydum. "Git başımdan, Chanyeol."

"İkimiz için hazırladığın şeyleri giydim ve şey, sanırım süper seksi bir şeye dönüştüm. Görmeyi istemez misin? Ayrıca, gözlerimde de şu garip makyajlarından biri var ama tam beceremedim sanırım, çünkü ne zaman gözüme dokunsam parmaklarım siyaha boyanıyor ve gözüme bir şey batı-"

Birkaç saniye geçti geçmedi, karavanın kutu kapısı dışarı doğru iteklendi. Bu, demek oluyordu ki; seni affettim. Sanırım ilk defa çenemle gurur duyduğum bir anı yaşıyordum. Baekhyun'un dışarı çıkmasını falan bekledim ama başka bir hareketlilik olmayınca, kendim içeri girdim. Bu, Baekhyun'un karavanına attığım ilk adımlarımdı.

İçeride, onlarca yastığın arasında, yerde bağdaş kurmuş oturuyordu. Kucağında mor tüylü bir yastık vardı ve gözleri yerdeydi. Dikkatimi yastığın tüylerini çekiştirip koparan ince parmaklar çekti. Tırnak çizgilerinden parmaklarının ucuna kadar yarabantlarıyla kaplıydı hepsi. Onları daha önceden görmediğime yemin edebilirdim. Baekhyun parmaklarını birbirine sürtüyor, bütün hırsını onlardan çıkarmaya çalışıyor gibiydi.

Aceleyle yanında eğildim, parmaklarını kavrayıp daha yakından incelerken herhangi bir yara izine rastlamamam beni rahatlatan şey olmuştu.

"Beni korkuttun." diyerek rahat bir nefes aldım.

"Beni tanımıyorsun bile."

"Hayır, seni tanıyorum." diye mırıldandım ben de, ellerini bırakmadan tam karşısına oturdum onun gibi. "Sen, maymun tarzını en iyi taşıyabilen kişisin. Boyalı saçları ve tuhaf gömlekleri olan Baekhyun'sun."

Dudağının sol kenarı aşağı çekilirken yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi, başını kaldırıp bana baktığında gözlerindeki ışıltının kaybolmadığını gördüm. "Seni zorladığım için üzgünüm ve eğer gitmek istemiyorsan-"

"Ciddi değildim," diye mırıldandım.

"Biliyorum, sadece," Nefesini üfledi. "Sadece kendimi o kıyafetlerin içinde mutlu hissedebiliyorum ve bir de sen gelip öyle söyleyince... Kendime engel olamadım, üzgünüm."

Parmaklarımı yarabantlarıyla kaplı parmaklarında gezdirip ayağa kalktım. "Hadi, partiye gidelim." Peşimden onu da ayağa kaldırmayı unutmamıştım.

"Belki de haklıydın," diye mırıldandı gönülsüzce karavandan inerken. "Oraya gittiğimizde herkes bize bakacak ve alay konusu olacağız. O yüzden-"

"Kimin umrunda?" diye fısıldadım birkaç gün öncesini hatırlayıp onu taklit ederken genişçe gülümsedi. "Yıldız yakalı çift kıyafetlerimizi giyeceğiz ve o partiye gideceğiz. İtiraz istemiyorum."

*

Meydana geleli çok olmamıştı bile ama Baekhyun kendini çoktan parti havasına ayarlamıştı. Etrafta beyaz örtülerle kaplı yüksek belli masalar, masaların etrafında ise beyaz kır çiçeklerinden oluşturulmuş küçük çiçek sepetleri vardı. İhtiyar Son'lar bu çiçeklerden çok hoşlanırlardı, öyle ki kendi bahçelerindeymiş gibi hissetmiştim kendimi. Meydana bir düğün ortamı verilmeye çalışıldığının farkındaydım fakat bunun yanında, sokağın başından antika kafeye kadar uzayan renkli, parıldayan ışıklandırmalar dikkatimi çekmişti. Antika kafenin kapısından çil rengi kaldırımlara birer birer kablolar dökülüyordu; ses sistemi ise çoktan hazırdı.

Baekhyun'a döndüğümde genişçe gülümsediğini gördüm, yuvalarında irileşmiş gözleri her noktada uzunca geziniyor, sanki daha öncesinde böyle bir ortamda bulunmamış hissi veriyordu. Üzerinde benimkiyle uyumlu siyah tişörtü vardı, fakat bana aldığı siyah, dar pantolonun aksine yine bol olanlarından giymişti. Dar olanların içinde rahat edemediğini söylüyor, bahsi dahi açılsa burnun üstünde sevimli bir kırışıklık oluşuyordu.

"Seni bu kadar heyecanlandıran ne?" diye sordum. "Daha önce hiç partiye katılmadın mı?"

"Katıldım, katıldım, hem de Sammy'nin doğumgünü partisine.." Bunu söyledikten sonra yüzündeki tebessümün solduğuna şahit oldum, huzursuz bir karartıyla boyanan gözlerini ayak uçlarına indirmişti. Biraz sonra "Ee," dedi bir şey olmamış gibi. "İhtiyar çift nerede?"

Kolundan çekip ilerideki masaya sürükledim. "Henüz erken, genelde akşam kendilerini gösteririrler."

Sadece başını salladı ve bir daha konuşmadık. Çenesini yumruk yaptığı eline dayamış öylece sokakta koşturan çocukları seyrederken ben de onu izliyordum. Aklım 'Sammy'deydi. Samuel? Samantha? Onu bu derece düşüncelere daldıran Sammy kimdi?

Belki de Baekhyun haklıydı; onu gerçekten tanımıyordum.

drowning shadows - chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin