VIII

1.6K 236 18
                                    

Baekhyun dükkanın paslanmış demirleri yardımıyla odama tırmanıp beni uyandırdığında ve yaka paça giydirip peşinden beni de dışarı sürüklediğinde, henüz sabahın yedisiydi. Kirpiklerimin çapak çapak olduğundan emindim, gün henüz ısınmamıştı bile ve beni her zaman terleten montumun, şu an fazla ince olduğunu hissediyordum.

Baekhyun'sa sanki her gün böyleymişiz gibi davranıyordu. Uykulu falan değildi ya da benim gibi iki saniyede bir esnediği yoktu. Bütün neşesi yerli yerindeydi, kocaman gülümsemesi dudaklarında esnemişti. Sabahın bu saatinde nasıl bu kadar enerjik olabildiğini merak ediyordum.

"İlk önce, bir yere gideceğiz, almamız gereken önemli bir emanetimiz var ve daha sonrasında ise.." Yüzünü dükkana çevirip dudak büzdüğünde onu izliyordum. "Kaliteli boyalara ihtiyacımız var."

Ardından kolumu kavradığı gibi beni karavanına sürükledi. Eski kapıyı gıcırdatarak açıp beni içeri ittikten sonra ortadan kayboldu. Uyumamak için kendimle savaşıyordum, Baekhyun'un koltukları fazlasıyla rahattı.

Baekhyun partiden önce 'bütün gece eğleneceğiz' dediğinde, ciddi olduğunu bilmiyordum, fakat dediğini yapmıştı. İhtiyar Son'lara pembe kurdeleli, el yapımı hediyelerini verip -Baekhyun ne hediye ettiğimizi bana bile söylememişti- geri eve döndüğümde saatin üç olduğunu hatırlıyordum. Bütün gece dans edip durmuştu, hareketsiz kaldığı tek bir an bile yoktu. Onu öptüğüm andaki depresif halinden eser yoktu.

Ayrıca, bir daha o türden bir yakınlaşmada olmamıştı aramızda. Onu öpmeyi isterdim tekrar, ya da sarılmayı, fakat Baekhyun'u sıkmak istemiyordum. Ne konusu açılmıştı, ne de birbirimizin üstüne atlamıştık; bir şey olmamıştı gerisinde. Akışına bırakmam gerektiğini düşünüyordum. Akışına bırakacaktım ve Baekhyun bana ne zaman o güzel gülümsemesiyle baksa, tekrar ve tekrar ona aşık olmaya devam edecektim.

Kirli cam aniden tıklatıldığında yerimden sıçradım, başımın güneye doğru çekildiğinin farkında değildim. Camı tıklatan Baekhyun'du, dudaklarını oynatarak bana 'Uyuma!' diye bağırdıktan sonra çok gecikmeden yanıma yerleşmişti.

Gerisi ise karmaşıktı. Nereye gittiğimize dair en ufak bir fikrim yoktu, bütün idareyi Baekhyun'a bırakmıştım. Yaptığım tek şey, gözlerimi açık tutmaya çalışırken dün geceki parti hakkında olan yorumlarını dinlemek ve arada bir, ona sırtımı dönüp gizli gizli esnemekti.

Kısa süre sonra, eskimiş çitlerle çevrili ufak bir evin önünde yolculuğumuz son bulduğunda Baekhyun, konuşmayı kesti ve arabadan atladı. Peşi sıra indiğimde onu önünde durduğumuz evi seyrederken buldum, yüzünde tanımlayamadığım bir durgunluk vardı. Saat erken olduğundan sokak ise henüz sessizdi.

Baekhyun ufak evi izlemeyi kesip omzunun üstünden bana baktı ve ağır ağır elini uzattı. Yaklaşıp elini tuttuğumda teninin ne kadar da soğuk olduğunu düşündüm. Buz gibiydi ve yüzü de bunu destekleyecek derecede fazlasıyla soğuktu.

Elimi sıkıp bakımsız ağaçların arasında pek belli olmayan kapıya doğru ilerledi, birkaç tok vuruştan sonra kapıya çıkan kadının Baekhyun'u beklediği yüzünde beliren anlık gülümsemesinden belliydi. Mavi gözlerinin kenarlarında sıra sıra kırışıklıklar vardı, koyu renkli saçlarının arasındaki beyaz teller ise farkediliyordu. Baekhyun'u görür görmez gözleri ışıldadı ve çok geçmeden, boynuna atıldı.

*

Baekhyun bütün sabahı orada geçirdi, ben de peşinde gezindim öylece. Sarah'nın -yaşlı kadının adı buydu ve duyduğum anda kendisiyle ters düşen bir ismi olduğunu düşünmüştüm- evinde gezindi, onunla konuştu ve bana kenarları ayıcık figürleriyle dolu çerçeveleleri gösterdi. Nerede olduğumuza ya da Baekhyun'un geldiğimizden beri neden ağlak bir surat takındığına dair hiçbir fikrim yoktu fakat en azından, Sammy kim, onu öğrenebilmiştim. Sarah'nın oğluydu ve ters giden bir şeylerin olduğu barizdi.

drowning shadows - chanbaekWhere stories live. Discover now