1.Mavi Gezegen ✧ 1

10.1K 677 2.7K
                                    

Kısım I

Sarmaşıklar yeni yeni yayılıyorken ben daha bir çocuktum. Daha öğreneceği pek çok şey olan toy, bir o kadar cahil, koca bir çocuk.

Masmaviydi.

Tıpkı büyük ozanların destanlarına konu olmuş gibi... Tıpkı dillere dolanan halk şarkıları gibi. Anaların kendi gözlerinden dahi sakındıkları evlatlarının üzerine yorganı örttüğünde, uykuyu odaya davet etmek için anlattıkları öykülerdeki gibi.

Masmavi bir yuvarlak.

Carina onun bu denli mavi olmasını beklemiyordu. Çünkü kulağına çalınan gezegenle bu şirin maviliği birbirlerine örtüştüremiyordu bir türlü. Onun kurak ve cansız olması, bunaltıcılığıyla ruhu eciş bücüş yapması gerekiyordu. Kulağına fısıldananlardan, derslerde aktarılanlardan çok daha farklıydı karşısındaki manzara.

Burnundan içeri tozlar hücum etmişçesine gözlerinin yanmaya başladığını fark etti. Garip... Ne yani ağlayacak mıydı şimdi? Burada, kendi boyuna nazaran kat kat uzun ve yine inanılmaz genişlikte olan bu şeffaf cam önünde; maviyle arasında belirmiş tek engelin önünde, ellerini arkasında kavuşturmuşken? Yaşlar gözlerinde oynaşıp görüşünü bulanıklaştırırken burnunun kızardığını tahmin edebiliyordu. Ağlayınca böyle olması gerekirdi. Sahi ya gerekirdi... Daha önce hiç ağlamış mıydı?

O, kendini bildi bileli bir Aesir askeriydi. Hiç tanımadığı, çok sevgili ailesi tarafından daha emekleme çağında yetimhaneye bırakılmıştı. O yetimhanenin en büyük armağanı, zamanı geldiğinde Aesir Akademisi tarafından himaye altına alınmak olmuştu. Bu bir lütuftu; son zamanlarda analar ve babalar, çok değerli evlatlarının destanlarda adı geçsin diye onları kendi elleriyle o akademiye bırakır olmuştu.

Aesir... Kim yüreklere güven veren bu kuruluşa evlatlarının kabul edilmesini istemezdi ki? Ebeveynler böylelikle göğüslerini horoz gibi kabarta kabarta, iftiharla gezebilirler, evlatlarının ne kadar hayırlı bir amaç uğruna mücadele verdiğini gittikleri her yerde dillendirebilirlerdi.

Aesir... İnsanoğlu Mavi Gezegen'i terk ettiğinden beri filizlenen bu oluşum aslında askeri bir kuruluştan başka bir şey değildi. Anaların, iftiharla bıraktıkları evlatlarının, kalem tutabileceği yaştan itibaren kusursuz asker olmak için eğitilmeye başlandığından haberleri vardı elbet. Ama analar bunun nasıl bir şey olduğunu sadece duyarlar ve getirilerini tahmin etmeye çalışırlardı. Oysaki kelimelere dökmek kadar kolay değildi bu hayatı yaşamak; bu küçüklerin çocukluğu ellerinden çalınırdı, o ellere birer silah verilir, hayatın acımasızlığı daha çift haneleri göremeden gözlerine gözlerine sokulurdu. Bu çocuklara 'ana-baba' kavramının üstünü çizdirir, 'İnsanlığa hizmet etmek için var olmak' kavramının altını çizdirirlerdi. Artık onlar için tek bir gerçek kalırdı geriye; yalnız bir gaye... Hizmet etmek.

Carina hizmet etmemenin nasıl bir şey olduğunu kestiremiyordu bile. Hayatını film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirmeye başladığında yalnızca gri duvarlar, eğitimle geçen seneler ve bastırılmış bir çocukluk hatırlıyordu. Burnu, anne kokusundan mahrum olmuştu; griliğin getirdiği nahoş koku ise her geçen dakika burnuna sokuluyordu. Şimdiyse, o koku olmadan yaşayamayacağını düşünür olmuştu.

Dün, kahvaltı esnasında, kendini Miklos diye tanıtan Koloniler Arası Birlik askeriyle arasında geçen konuşma, gecesini gündüzünü esir almıştı. Yabancı suratlara ve değişik tınılarla sohbet etmeye alışık değildi ama dün erken saatlerde hayatında bir ilki gerçekleştirmişti işte. Tam da şu anda aralarında geçen o konuşmalar sürekli aklını kurcalıyor, herhangi bir şeye yoğunlaşmasını engelliyor, sık sık boşluğa dalmasına neden oluyordu.

Bilinmezlik Senfonisi: Kaçış (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin