-VIII-

734 13 0
                                    


Uzun bir dersten sonra amfiden çıkmıştık. Şimdi de Olcay'ın ısrarıyla kafeteryada olan Ufuk'un yanına gidecektik. Her ne kadar şu an köşeme çekilip ders çalışmak istesem de onu kırmadım ve bunu kabul ettim. 

Olcay ne kadar acıktığına dair olan cümleleri sarf ederken zonklayan başımdan dolayı onu dinlemekte güçlük çekiyordum. Derste bir kalemle topladığım saçlarımı açtım ve gözlüğümü düzelttim. O sırada gözlerim birini buldu. İlk önce yanıldığımı düşünsem de hayır, yanılmamıştım. Gayette doğru görüyordum.

Kenan'dı.

 Arabasına yaslanmış sigarasını içiyordu. Üzerinde şirketten geldiği belli olan bir takım vardı yine. Zaten heybetli olan bedenini de daha heybetli gösteren siyah bir kaban giymişti.

 Gözlerindeki güneş gözlüğü, arada ne kadar mesafe olursa olsun kendini belli eden yeşil gözlerini örtmüştü. Bakışları ara sıra etrafta dolaşıyor ama buraya uğramayı ihmal ediyordu. Başını eğdi ve elindeki telefonda bir şeyleri tuşladı. Telefonu kulağına götürdüğünde az önce dersten çıkarken açtığım telefonum çalmaya başlamıştı. İstemsizce gözlerim telefonun ekranına kaydı ve hiç düşünmeden aramasını reddettim. Ona baktığımda kaşlarını çattığını görmüştüm.

"Aaa, enişte değil mi o?" Kaşlarımı çatıp bakışlarımı Olcay'a çevirdim.

"Ne eniştesi be?" Gözlerini Kenan'dan alıp bana baktı.

"Değil mi?"

"Değil, Olcay." Tekrar Kenan'a döndüğümde bu sefer göz göze gelmiştik. Yani galiba öyle olmuştu. Güneş gözlüğünden bunu anlayamıyordum. "Git sen, geliyorum." dediğimde Olcay beni onaylamış ve yanımdan uzaklaşmıştı. Adımlarımı Kenan'a doğru yönelttiğimde gözlüğünü çıkarmış ve baştan aşağı beni incelemişti.

"Ne işin var burada?" dedim, fazlasıyla sert bir tavırla. Aramızda kalan birkaç adımı da kapatıp tam karşısında durduğumda gözlerini gözlerime çıkardı.

"Seni almaya geldim." Kaşlarım havalandı.

"Hangi sıfatla?" Parmakları arasındaki sigarayı yere attı ve pahalı ayakkabılarının ucuyla ezdi.

"Konuşalım mı biraz?"

"İstemiyorum." Derin bir nefes aldı ve dudaklarını ıslattı.

"Maran, lütfen." dediğinde kıstığım gözlerimle ona baktım. "İstiyorsan bir daha görüşmeyiz ama bu şekilde olmasın bu. Telafi etmeme izin ver." Dudaklarımda alaylı bir sırıtış oluştu.

"Ücretimi mi vereceksin? Ederim ne kadar peki?" dediğimde bakışları sertleşti. İlk defa onu bu kadar sinirli görmüyordum fakat o genelde hep alaycı olurdu ve bunu garipsemekten kendimi alıkoyamıyordum. Ayrıca fazla ürkütücü görünüyordu ama geri adım atmadım.

"Nasıl konuşuyorsun sen böyle?" dedi, hafifçe sesini yükselterek.

"Aaa! Ne oldu? Dün bunu sen söylememiş miydin bana?" dedim, sahte bir şaşkınlıkla.

"Ben sana böyle bir şey söylemedim. Ayrıca," derken derin bir nefes alıp gözlerini yumdu. "Şu ağzını topla!" Gözlerini geri açtığında alev alev yanan gözleriyle karşılaştım. "Hiç yakışmıyor, hiç."

"Bana yakışan şeyleri sen daha iyi bilirsin."

"Maran!" Yükselttiği sesiyle bahçedeki birkaç göz bize dönmüştü. "Kapat şu çeneni!" dedi, dişlerinin arasından.

"Sen açı-"

"Ne oluyor burada? Maran?"

Aramıza giren sesle ikimizin de bakışları oraya döndü. Sinan'dı. Göz devirdim.

PRANGALAR | +18Where stories live. Discover now