•XIII•

758 13 1
                                    

Spor ayakkabılarımın beyaz zeminde çıkardığı ses, beni rahatsız ederken bunu umursayacak durumda değildim. Olduğum yerde volta atıyor, konuşulanları dinliyordum. Buraya geleli henüz bir saat olsa da Uraz'ın çok da ciddi bir durumu olmadığını hepimiz görmüştük. Sadece yüzünde bazı yaralar vardı ve onlara da pansuman yapılmıştı. Kolu kırılmış, alçıya alınmıştı. Şu anda da odasında uyuyordu.

Babam hastane odasının önündeki sandalyelerde oturmuş, Uraz'ın babasıyla konuşurken bir yandan onları dinliyor, onlara hiçbir tepki vermesem bile ihtimalleri kafamın içerisinde tartıyordum. 

Onların sesleri zihnimin içerisinde yankılanırken düştüğüm şüphe de beni oradan oraya savuruyordu. Bana gönderilen o güllerin sahibi Uraz olabilir miydi? Peki onu bu hale getirecek olan kişi de Kenan olabilir miydi? 

Olabilirdi. 

En başından beri ondan hoşlanmadığını biliyordum. Üstelik bana gönderilen o güller de Kenan'ın hiç hoşuna gitmemişti. Bunu da biliyordum. Emindim ki o gülleri de odamdan kendisi almıştı. Çünkü Uraz'ın babası, Uraz'ın evinde yerde parçalanmış gül yaprakları olduğunu söylemişti. Gerçekten Kenan ruh hastasının tekiydi.

Ben aptal değildim. Gözümün önünde olan şeylerin farkındaydım ve bunlara, safa yatarak göz yumamazdım. Şu zamana kadar da bunu yapmamıştım zaten. 

O, beş dakika önce bana öyle güzel şeyler hissettirirken bir anda öylesine kötü şeyler düşünmemi sağlıyordu ki bunu nasıl yapabildiğini anlayamıyordum. Tamı tamına bir saat önce kalbimi hızla attıran adam o olamazdı.

Gözlerimi daldığı boşluktan çektiğimde koridorun başında Turgay Amca'yı görmüştüm. Bize doğru geliyordu. Hemen arkasında gördüğüm Kenan da kulağına yasladığı telefonla konuşuyordu. 

Gözlerimi ondan çekip olduğum yerde döndüm ve volta atmaya devam ettim. Anında hızla atmaya başlayan kalbime ise yapabileceğim bir şey yoktu. 

"Çok geçmiş olsun Fırat Bey," Turgay Amca'nın sesi kulaklarıma ulaşırken bir kez daha olduğum yerde dönmüştüm. "Uraz nasıl? Ciddi bir şey yoktur umarım." 

Tam o an Kenan'la göz göze geldiğimizde o da geçmiş olsun dileklerinde bulunmuş, benim alayla gülmeme neden olmuştu. Ardından da sandalyelerden birine oturup rahat bir pozisyon yakaladığında ona ters ters bakmama engel olamamıştım. Gerçekten psikolojik sıkıntılarının olduğunu düşünmeye başlamıştım. 

"Ruh hastası." Kendi kendime söylenmeye başladığımda pantolonumun cebindeki telefon da çalmaya başlamıştı. Cebimdeki telefonu çıkarıp kimin aradığına baktım. Ufuk arıyordu ama şu an onunla uğraşamazdım. 

Aramayı reddedip ona kısa bir mesaj attım ve tekrar telefonumu cebime koydum. Arkama dönüp bir kez daha Kenan'a baktığımda kaşlarını çatmış, telefonuyla ilgilendiğini görmüştüm. Hiç düşünmeden adımlarımı ona doğru yönlendirdiğimde başını telefonundan kaldırmış, bana bakmıştı. 

"Gelsene benimle." Önce usulca kaşları havalandı ardından da telefonunu kapatıp cebine koydu ve ayağa kalktı. 

Ben, önden yürüyerek babamları oldukça gerimizde bıraktığımda durup ona doğru döndüm. Kollarımı göğsümde birleştirip onun bana doğru adımlamasını bekledim bir süre.

Nihayet yanıma ulaşabildiğinde tam karşımda durmuş, tıpkı benim gibi kollarını göğsünde birleştirmişti. "Dinliyorum." dedi, yeşillerini üzerime dikip. 

"Senin yaptığını biliyorum," dedim, bir çırpıda. Bununla birlikte dudaklarında minik bir gülümseme oluştuğunda kaşlarımı çattım. Açıkçası şaşırmasını, inkar etmesini falan bekliyordum ama asıl şaşıran ben olmuştum. "Şaka mısın sen?" Omuz silkti. 

PRANGALAR | +18Where stories live. Discover now