•XVII•

576 15 11
                                    

İzmir'in son günlerde fazlasıyla soğuk olan havası yüzüme çarparken parmaklarım arasındaki sigaradan derin bir nefes çektim. Üzerimdeki kabana rağmen kendimi çırılçıplak hissediyordum ve bu soğuk havadan kurtulmamı engelleyen şey dudaklarım arasındaki sigaraydı. Bir an önce söndürüp şirkete girmek istesem de bunu yapamıyordum.

O soğuk rüzgâr her ne kadar buz kesmeme neden olsa da bir yandan tenimi yalayıp geçmesi hoşuma gidiyordu.

Arkamdaki duvara yaslanıp elimi kabanımın cebine koyduğumda biraz olsun ısınmayı umuyordum fakat bu, imkansızın çok ötesinde gibiydi. Bu aralar şehri soğuk hava ele geçirmişti ve ben, ilk defa İzmir'i bu kadar soğuk görüyordum.

Esen bir başka soğuk rüzgâr, dalgalı saçlarımı yüzüme doğru savurduğunda olduğum yere sinmek durumunda kalmıştım. Hadi ama, sadece bir sigara içmek istemiştim!

Cebime hapsettiğim elimi sıcaklığından koparıp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdığımda henüz yarısına geldiğim sigaraya bir bakış attım. Parmaklarım kızarmış, soğuktan uyuşmuştu.

Ama hâlâ beklediğim o kişi görünürde değildi.

Gözlerimi bu sefer de yolun diğer tarafına çevirdiğimde yan tarafımda sigara içerek sohbet eden iki güvenlikle karşılaşmıştım. Bakışlarımı onlardan çekip bu tarafa doğru gelen siyah Range Rover'a çevirdim. Camları film kaplı olan bu arabanın plakasını göz ucuyla kontrol ettiğimde sigarayı dudaklarımın arasına bir kez daha sıkıştırmış, diğer tarafımda kalan otoparka ilerlemesini seyretmiştim bir süre.

Saniyeler içerisinde arabayı park edip arabadan indiğinde iki güvenlik de çok geçmeden henüz bitmeyen sigaralarını söndürmüş, aralarındaki sohbeti sonlandırmışlardı. Biri diğerinin yanından ayrılarak içeri geçti.

Mavi gözlerim, uzunca bir süre onun üzerinde oyalanırken onun beni fark ettiği pek söylenemezdi. Kaşlarını çatmış, elindeki telefona hoş olmayan bakışlar atmakla meşguldü.

Üzerinde gri bir takım varken yine aynı renk uzun bir kaban da giymiş, zaten iri yarı olan bedenini daha da heybetli göstermişti.

Gözlerim kısa bir an benim de üzerimde bulunan gri, çizgili takıma kaydı. Yine bu kadar uyumlu olmayı nasıl başarmıştık?

"Günaydın, Kenan Bey." diyen Serdar'la birlikte telefonun ekranındaki bakışlarını kaldırdı ve o çatık kaşlı ifadesini sildi.

"Günaydın," dedi, bu soğuk havaya inat sıcacık ses tonuna eşlik eden bir gülümsemeyle. "Naber Serdar?" derken telefonunu kapatıp kabanın cebine koymuş, ellerini de oraya hapsetmişti. Üşüdüğü belliydi, o bal yanakları kıpkırmızı kesilmişti.

Dudaklarım yukarı doğru kavislenirken onu ilk gördüğüm yerde yanaklarına koca birer öpücük bırakacağımı aklıma not etmiştim bile.

O, Serdar'la samimi bir sohbetin içerisine girdikten tamı tamına iki dakika sonra elini onun omzuna koymuş, içeri geçmek için bir adım atmıştı fakat soğuk havada yayılan sesim, onu durdurmaya yetti.

"Geç kaldınız, Kenan Bey," dedim, beni duyması için hafifçe sesimi yükselterek. Sesim ona ulaştığında başını usulca bana doğru çevirdi. O esnada da atacağı adımı havada kalmış, bir süre gözleri üzerimde gezindikten sonra vücudunu da aynı yavaşlıkla bana doğru çevirmişti.

Cebimdeki elimi bir kez daha çıkarıp bileğimdeki gümüş saati kontrol ediyormuş gibi yaptım. "Tamı tamına bir saat on üç dakika hem de." diyerek dudaklarında bir gülüşün peydah olmasını sağladığımda gülümsemiş, havada kalan bileğimi geri indirmiştim.

PRANGALAR | +18Where stories live. Discover now