•XX•

436 11 11
                                    

Kulaklarıma bir uğultu şeklinde ulaşan sesleri algılayamazken birinin kolunu omzumda hissetmiştim. İrkilerek başımı çevirdiğimde Kılıç'ın kapkara gözleriyle karşılaştım. Gözlerinden açıkça okunan endişeyle bana bakıyordu.

"İyi misin?" dedi, sıcacık bir sesle. "İyi görünmüyorsun." dediğinde onu başımla bile onaylayamadım. O da bunu fark ederek bana bir daha hiçbir şey sormadı ve omzumu sıvazlayarak yanımdan kalktı.

"Bu güzel hanımefendinin senin gibi bir serseriyle ne işi olur anlamıyorum."

Birden zihnimde yankılanmaya başlayan bu cümlenin üstünden çok zaman geçtiği söylenemezdi. Sadece iki saat geçmişti ve o, sadece dakikalar içerisinde bambaşka birine dönüşmüştü. Açıkçası bu, beni korkutmuştu. Onun elini kırmıştı, bir insana bile isteye zarar vermişti. Onun ilk defa böylesine vahşileştiğine şahit olmuştum.

Göğsümün tam ortasına çöreklenmiş olan huzursuzlukla ayağa kalkıp az önce çıktığım karakol binasının bahçesinde küçük adımlarla volta atmaya başladım.

Tam iki saattir bu lanet olası karakol binasınsaydık ve içeride neler olup bittiğini bilmiyordum. Büyük ihtimalle etraftaki insanlardan biri o ikisi kavga ederken polisi aramış olmalıydı. Gördüklerimden sonra doğru düzgün hiçbir şey hatırlamıyordum. Sadece Kılıç'ın, Gediz abileri arayıp durumu kısaca anlattığını ve onlardan önce buraya geldiğimizi hatırlıyordum. Bizden sonra da onlar gelmişti fakat tahmin edileceği üzere tüm aile buraya toplanmıştı. Annemlerle birlikte Farah ve Cevher hala konakta, babaanneyle birlikte kalmıştı. Onun da bunu duyduğunda telaş yapıp tansiyonunun düştüğünü onlar konuşurlarken duymuştum.

Şimdi de Gediz abiyle Turgay amca içeride, onun yanındalardı ve dediğim gibi içeride neler olup bittiğini kimse bilmiyordu.

"Çıktılar işte," diyen Firuze'yle birlikte hızla arkama döndüğümde önce görüş açıma Turgay amca girmişti. Geldiğinden beri oldukça öfkeli görünüyordu ki görünüşe bakılırsa hâlâ öyleydi.

Gözlerim, aradığım o gözlerle buluştuğunda elindeki ceketini üzerine geçiriyor olduğunu gördüm. Adımlarım, benden bağımsız yönünü belirleyip ona doğru yöneldiğinde yüzünün ne hâlde olduğunu görmek canımı sıkmıştı. Bembeyaz teninde yer yer kurumuş kan lekeleri vardı. Bu, içimi acıtırken adımlarım hız kazanmış, aramızdaki mesafeyi kapatmıştım. Onunla karşı karşıya geldiğim an kollarımı kaldırıp boynuna doladım.

Bedenimi saran sıcacık kolların sahibine her ne kadar öfkeli olsam da şu an ne yeri ne de zamanıydı. Üstelik gözlerimin önü bu denli buğuluyken öfkemi konuşturacak hâlim şu an yoktu.

Boynuna doladığım kollarımı hafifçe gevşetirken yanağımdan bir damla yaş süzülmesine engel olamadım. Kalbim hâlâ korkuyla güm güm atıyor, ağzıma kadar yükseliyordu.

Güven veren elleri, saatler önce birini incitmemiş gibi yine güven verici bir şekilde belime dolanmışken başımı geriye doğru çekip o güzel gözlerine bakmaya çalıştım fakat bu mümkün olnamıştı. Çünkü gözlerimin rotası yüzündeki morluklara ve kurumuş kan lekelerine takılmıştı.

"İyi misin?" dedim, çatlak bir sesle. Beni, sadece başını sallayarak onayladığında onun da bulunduğu bu durumdan memnun olmadığını ama bunun için de hiçbir şey yapamadığını görmüştüm. "Canın acıyor mu?" derken elimi kaldırıp elmacık kemiğine hafifçe dokundum. Bu küçük temasımla dudaklarından minik bir inilti döküldüğünde yüzümü buruşturarak elimi indirdim. "Şu haline bak, Kenan." dediğimde gözlerini gözlerime çıkardı.

"Bir şey yok hâlimde, iyiyim," dedi, tane tane. Bunu öyle bir söylemişti ki sanki onu önemsemem sorunmuş gibi konuşmuştu.

"Çok iyisin," dedim, başımı usulca sallayarak. Bu esnada ondan tamamen uzaklaştım. "Harikasın hatta."

PRANGALAR | +18Where stories live. Discover now