Sekiz

119 20 13
                                    

Galerie Dorée'i eski ihtişamıyla tekrar görmek garip, hatta tuhaftı.
Tüm şamdanlar cilalanmış ve yakılmıştı. Binlerce titreşen alev, sanki abartılı rokoko rüyası tekrar hayata dönmüş gibi uçsuz bucaksız aynalı duvarlardan yansıyordu.

Davetliler o gece için özel olarak giyinmişti – damask desenli yelekler ve dalgalanarak dans eden abiyeler, diplomatik asilzadeler ile araları dolduran birkaç devrimcinin üzerindeydi. Kalabalığın muhabbeti ürkütücü derecede neşeliydi, sönen yıldızlar ile yükselen yıldızlar politik arenada yan yanaydı.

Havaya tanıdık ve modası geçmiş olan bir koku, şarap ve parfüm kokusu hâkimdi. Eğer Jimin zihnini sadece birazcık dışarıya kapatabilse, geçmişte bir ânı yaşadıklarına ve küçük rahat baloncuklarının dışında da her şeyin yolunda olduğuna kendini ikna edebilirdi.

Ne yazık ki baloncukların ömrü kısaydı, patlaması çok uzun sürmezdi.

Jimin sırtını dikleştirdi ve bakışlarını yaldızlı koridordaki yüksek sesli partiden uzaklaştırıp önündeki karanlık bahçeye çevirdi. Arkasındaki silüet de aynısını yaptı, yanından uzaklaşamayan bir gölge gibi.

İç çekti ve nihayet konuştu, "Victoria'dan hâlâ cevap alamadın mı?"

"Maalesef, daveti yanıtlamadı ve bu akşam gönderdiğimiz elçi henüz geri dönmedi." Jin yanıtladı, bir an bekledikten sonra ekledi, "Eğer isterseniz gidip bakabilirim..."

"Gerek yok. Burada yapılacak çok şey var, kalman daha iyi olur." Jimin mırıldandı ve işlemeli pamuk gömleğinin fırfırlı kollarını düzeltti. Serin kış havası tenine değip etrafından uğuldadı.

"Belki de yoldadır, eminim yakında kendisinden haber alırız." Yaklaşıp elindeki ipek brokar ceketi Jimin'in omuzlarına yerleştirirken Jin'in sesi sakindi.

İşlemeli ceketin ağırlığı rahatlatıcıydı, Jimin'i anında ısıttı. Parmakları sol elindeki yüzüğün üstünde üstünkörü dolaştı, mücevherin cilalı yüzeyine ve köşelerine dokundu.

Bu yüzüğü en ince detayına kadar ezbere biliyordu, ama yine de o an serin balkonda yalnız bir şekilde durup bakarken, içinden bir ses çıkarıp yakından incelemesini istedi.

Soluk mavi cevher elinde parıldıyordu ve içerideki alandan gelen ışıkları uçlarından yansıtıyordu. İçine kazınmış fleur-de-lis motifine baş parmağıyla dokunurken genzinden istemsizce sessiz bir iç çekiş geldi.

"Gerçekten de bunu Rambouillet'de bırakmalıydım..." diye, kendi kendine mırıldandı.

"Önem verdiğimiz şeyleri yakınımızda tutmak bize zarar vermez." Jin'in figürü mesafeli ve saygılı duruyordu ama ses tonu yumuşak ve nazikti.

Jimin kelimelere gülümsedi. "Güzel bir sözmüş."

Aklından bir görüntü geçiverdi, annesinin soluk çehresi, ve açık avucunda duran iki yüzük. Gözleri bağlılık ve derinden gelen başka bir duyguyla daha parıldıyordu, Jimin o duygunun ne olduğunu yıllar geçmesine rağmen hala çözememişti. "Kral naibinin Umut Elması'ndan iki parça kestirildi, birisi senin için, birisi de Taehyung için. İkinize de benim hiç hak edemediğim mutluluğu diliyorum."

Jimin mırıldandı, "Bizden iki ailenin de şanını taşımamızı istedi. Oysa şimdi neredeyiz, birimiz öldü, birimiz..."

Düşmanıyla gönüllü bir bağ kuruyor...

"Ben öyle düşünmezdim, efendim. Bence madam sadece siz ikinizin emin ve güvende olmanızı diledi."

Jimin zorlukla gözlerini kırptı, her bir kelimenin ağırlığını hissetti. Cevaplaması için bir müddet vakit geçti. "Umarım haklısındır."

Ca Ira | yoonmin | [Türkçe Çeviri]Where stories live. Discover now