eight; "why you act like i'm not there?"

12.3K 1.4K 1.1K
                                    

"sekiz; melekler manastırda şarkı söylüyor, ruhum laferraris'de yanıyor"

Kim Taehyung'u ikinci görüşüm, evine gittiğim zamanın bir hafta sonrasına denk geliyordu. Basit bir üniversite partisinde, görüş açımda olan masanın etrafında ayakta duruyor, arkadaşlarıyla konuşuyordu. Kırmızı saçlarını, sarı saçlarım gibi minik bir topuz yapmıştı. Boynunda kendine sakladığını iddia ettiği dövmesi yine kapalıydı fakat yeni fark ettiğim belinden ensesine doğru uzanan kırmızı ejderha dövmesi giydiği siyah transparan gömlek sayesinde gözler önündeydi. Gömleğini siyah dar pantolonun içine sıkıştırmış, ince belini belli eden siyah kemeriyle nefes kesici gözüküyordu.

Kim Taehyung simsiyahtı.

Beraber yürüdüğümüz orman yolundan ve konuştuğumuz kamp alanından bu yana onu hiçbir yerde görememiştim. Okula gelmemişti, evinde değildi, beni götürdüğü kamp alanında da yoktu. Onu görebileceğim ve konuşmamızın devamını getirebileceğim umuduyla daha önce bir araya geldiğimiz her noktada, bir cesaret gezinmiştim. Beni yanında istediğini söyledikten hemen sonra ormanda yankılanan birkaç uluma sesine kulak verip gitmesi gerektiğini söylemişti. Dokunuşlarıyla birlikte uzaklaşan bedenini izlemiştim gözden kaybolana dek. Geri dönüş yolundaysa küfürlerimi esirgememiş, hem kendime hem de ona bir güzel sövmüştüm. Açık olmak gerekirse neden öyle söylediğini deli gibi merak ediyordum. Kim Taehyung benden ne istiyordu, savaşta ve barışta derken bahsettiği şey neydi? Neden sürekli bana dokunuyordu? Aklımda yüzlerce soru işareti olduğuna yemin edebilirdim.

İki gün önceyse şans eseri diğer sürülerin baş alfalarıyla görüşmek için şehir dışına çıktığını duymuştum Jimin'den. O ve dedikodu tayfam olarak bahsettiği grubu olmasaydı bunu öğrenemeyeceğim gerçeği beni sinirlendiriyordu. Benimle sürüsüne katılmamı isteyeceği kadar ilgileniyorsa, habersiz bırakmaması gerekiyordu. Siktiğimin herifi konuşmak için yanına çağırıyordu, bir sonuca bağlamadan gitmenin bir yolunu bulup ortadan kayboluyordu ve ben elimde birkaç gizemli cümleyle baş başa bırakılıyordum.

Ne güzel ama!

"Dostum gözlerinle yiyorsun." Jimin elindeki içkinin birini file eldivenle süslenmiş elime bıraktığında saçmalamasına göz devirdim.

"Yapmıyorum öyle bir şey. Sadece sinirlerimi bozuyor." Viskinin tadı boğazımı yakıyorken tekrar bakışlarımı ona çevirdim. Yanına gelen kızın belini yüzüklü parmaklarıyla sarmış, masada konuşulan sohbete gülüyordu. Tıpkı ilk zaman ki gibi yumruğumu suratına geçirmek ve bir hafta önce belimde gezen parmaklarını sikeyim dengesiz herif, demek istedim. Tanrım! Bir kez olsun bana dönmeyen bakışları beni deli ediyordu.

"Söylediğimi yaptın mı?"

"Elbette hayatım! Tuhaf bir adam olduğunu söyledi Seokjin. Her zaman planlı hareket edermiş ve babasından başka kimseyi dinlemiyormuş. Annesi onu doğururken ölmüş. Babası bir beta kadınla birlikte şu an. Tek çocuk. Yedi yaşından itibaren alfa eğitimi almaya başlamış. Zeki ve kurnaz. Arada yer altı dövüşlerine katılıyor. Bir de çok sevdiği bir kan kardeşi var. Şu sıralar ruh eşini bulamadığı için hasta olduğu duyumunu aldım. Taehyung zamanının çoğunu onun yanında geçiriyormuş. Belli ki çok seviyor adamı. Siciline ulaşamadım ama bunlarla idare et."

"Ruh eşini bulabilen var mı? İnanmıyorum böyle saçmalıklara."

"Adam rüyasında görüyormuş onu ve bu zamanla halsizleşmesine sebep olmuş. Tabi kulaktan dolma bilgiler bunlar. Ne kadarı doğru bilemem." Daha fazlası olduğunu hissediyordum. Bundan fazlası vardı.

"Peki, neden beni sürüsünde istiyor?" Sessiz mırıldanmam Jimin'e ulaşmış olmalı ki bana bakıp kıkırdadı. Sarı saçları özgürce dağılmış, dudakları şişmişti. Gözleri arada odağını kaybediyor, masaya sıkı sıkı tutunmasına neden oluyordu. Biraz çakırkeyifti.

who dat jk? | taekookTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon